FELSEFE,TIP VE ETİK DEĞERLER ÜZERİNE - Mete ÖZDİKİCİ | Milli Vicdanın İlimle Hicreti
  • YAZARLAR
  • Emrullah ÖNALAN
  • Mehmet Zeki İŞCAN
  • Cevat GERNİ
  • Hasan SAĞINDIK
  • Seyfullah TÜRKSOY
  • Menderes ALPKUTLU
  • Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
  • Turan GÜVEN
  • M. Hanefi PALABIYIK
  • Kemal Polat
  • İrfan SÖNMEZ
  • Mustafa AKIN
  • Hacı GÜRHAN
  • Hafize ŞAHİNER
  • Fatma Sönmez
  • Ahmet ÜNAL
  • İrfan SEVİNÇ
  • Şahabettin YILDIZ
  • Oğuzhan ÖLMEZ
  • Ahmet Coşkun DÜNDAR
  • Muharrem BİTİREN
  • Mehmet SAĞLAM
  • Mete ÖZDİKİCİ
  • Ahmet ÖZTÜRK
  • Ufuk ÜNAL
  • B.BARIŞ KERİMOĞLU
  • M.Çağdaş ÇAYIR
  • Ahmet İZZETGİL
  • ERHAN HAŞLAK
  • Veysel AŞKIN
  • Suat UNGAN
  • Hayrullah DEMİR
  • Cemil İLBAŞ
  • Tahsin BULUT
  • Coskun KÖKEL
  • Bülent KARAKELLE
  • Senar BAŞAK
  • Küşat TAŞKIN
  • Orhan ARSLAN
  • Hakkı DURU
  • Hüseyin AKDOĞAN
  • Osman Kenan AKSOY
  • Hayrettin NEŞELİ
  • Kerim Alperen İBİŞ
  • R.Alparslan TOMBUL
  • Mehmet DOĞAN
  • Ali ARASOĞLU
  • Manaf BAGİRZADE
  • Zülfikar ÖZKAN
  • Veysi ERKEN
  • Abdulnasir KIMIŞOĞLU
  • Ömer YÜCE
  • Cengiz Yavilioğlu
  • Kemal YAVUZ
  • M.Lütfü YILDIZ
  • Orhan İBİŞOĞLU
  • Mehmet OKKALI
  • İsmet TAŞ
  • İsmail GÜVENÇ
  • M.Alperen ÇÜÇEN
  • Orhan KAVUNCU
  • Mustafa Toygar
  • Mete GÜNDOĞAN
  • Sadi SOMUNCUOĞLU
  • Ertugrul ASİLTÜRK
  • Yunus EKŞİ
  • Muhammet Esat KESKİN
  • Yücel OĞURLU
  • Aynur URALER
  • Hasan Gökhan Kotan
  • Mehmet Akif OKUR
  • Bozkurt Yaşar ÖZTÜRK
  • Mahmut Celal ÖZMEN
  • Fazlı POLAT
  • Mustafa İLBAŞ
  • Serkan AKIN
  • Musa IŞIN
  • Gündüz GÜNEŞ
  • Enver Alper GÜVEL
  • Necdet TOPCU
  • Onur ERSANÇMIŞ
  • Mehmet Bozdemir
  • Fahri Akmansoy
  • M. İkbal Bakırcı
  • M.Talât UZUNYAYLALI
  • Rubil GÖKDEMİR
  • Zeki ŞAHİN
  • Özkan ÖZKAYA
  • Dr. Muhsin YILMAZÇOBAN
  • İparhan UYGUR
  • Sami ŞENER
  • Hakkı ÖZNUR
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Nurettin KALDIRIMCI
  • Ali Rıza MALKOÇ
  • Namık Kemal ZEYBEK
  • Atilla BİTİGEN
  • Mahmut Zeki ÇABUK
  • Emre KESKİN
  • Şener MENGENE
  • Selami BERK
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Abdullah NEHİR
  • Gafur OTURAK
  • Recai ÇELİK
  • Ahmet Berhan YILMAZ
  • Nazmi ÖLMEZYİĞİT
  • Necdet BAYRAKTAROĞLU
  • Tarık Sezai KARATEPE
  • nikaO
  • Mustafa Duman
  • Ramazan ASLANBABA
  • Feyzullah BUDAK
  • Mahmut Esfa EMEK
  • Orhan SÖYLEMEZ
  • Asiye TÜRKAN
  • MİLLİ VİCDAN
  • KONUK MAKALELERİ
    FELSEFE,TIP VE ETİK DEĞERLER ÜZERİNE
    Yazar: Mete ÖZDİKİCİ
    Mantık bize doğru düşünmenin kurallarını öğretirken, ahlak da doğru yaşamanın kurallarını öğretmektedir. Ahlak ne boş inanlar da, ne törelerde dir, onun dogmalarla Din ile ahlak iç içedir, denilebilir. Din aynı zamanda ahlakın da kaynağıdır.
    millivicdan.org - FELSEFE (Düşünbilim) NEDİR?
    Felsefenin çok sayıda tanımı yapılabilir ya da tam bir tanım verilemez. Ama şöyle tarif edebiliriz: Var olanların varlığı, kaynağı, anlamı ve nedeni üzerine düşünme ve bilginin bilimsel olarak araştırılması...

    Geçmiş dönemlerde felsefe bütün bilimleri bünyesinde toplayan bir ilim sayılmaktaydı. Diğer bilimler hikmet binasının dairelerini oluştururken, felsefe bu binanın çatısı kabul edilmiştir. Filozoflar sadece soyut düşünce bakımından değil, pozitif ilimlere de dayanarak felsefe yapmışlardır.

    Pitagoras (M.Ö. 570-494), sofos yerine filosofos kelimesinin kullanılmasını daha uygun bulmuştur.

    Sofizm = Bilgicilik; Sofist = Sofestai = Eğitim görmüş, uzman kişi
    Sofia (Yunanca'da Tanrı'nın dişi yanı, doğa analığı) = Hikmet = Bilgelik
    Sofos = Hakim = Bilge
    Filosofia = Felsefe = Hikmet Sevgisi
    Filosofos = Filozof = Feylesof = Hikmeti Seven

    Filozof, kendine ait bir felsefe sistemi olana dendiği gibi, felsefe tarihinde uzmanlaşmış kişiye de denebilir. İslam dünyasında tabipler (etibba) ile filozoflar (hukema) birbiriyle çok yakın ilişki gösteren, hatta aynı işi yapan kimseler olarak tasavvur ediliyordu. Öyle ki, 1000 yıl önce Arapça yazılan felsefe tarihi kitaplarından “Tabakat el-etibba vel-hukema (tabiplerin ve filozofların biyografileri)” buna bir örnektir.
    Doğuda, filozof manasında kabul edilen hakim ile bunun inceltilmiş telafuzu olan hekim (tabip, doktor) arasında yakın bir ilişki vardır. Genelde tıp ile de iştigal eden filozoflara ayrıca hakim dendiğinden, özellikle Türkler arasında doktorlara telafuz farkı ile hekim denilmiştir. Lokman el-Hakim (hikmet sahibi Lokman), halkın telafuzuyla Lokman Hekim (Doktor Lokman) olmuştur.

    Aristo'dan beri felsefenin uğraşacağı alanlar, şu sorularla sınırlandırılıyordu:
    Ne bilebiliriz?
    Ne yapmamız gerek?
    Ne umabiliriz?

    Kant buna ilave 4. soru olarak ”˜İnsan nedir?' diye sordu. Bunlar aslında metafizik sorulardır.

    Metafizik bölümleri şunlardır:
    Bilgi metafiziği
    Ahlak metafiziği
    Din metafiziği
    İnsan metafiziği

    Felsefe ile ilişkili şöyle başlıklar oluşturulabilir. Ve bu daha çok sayıda olabilir:
    Felsefe kimin için; felsefe için felsefe mi?
    Felsefe be insan!
    Felsefe akımları
    Felsefe nedir ve neden felsefe?
    Felsefenin felsefesi
    Felsefenin ilkleri ve ilkeleri
    Felsefenin kısa tarihi
    Felsefenin büyükleri
    Felsefe ve insan
    Felsefe ve tarih
    Felsefe, metafizik ve din
    Felsefe, devlet ve siyaset
    Felsefe ve dünya
    Felsefe ve bilim
    Felsefe ve tıp

    - İnsanın ne olduğu,
    - Nereden geldiği ve
    - Nereye gittiği gibi insana dair temel sorular, dinin ve felsefenin ortak tartışma konularıdır.

    DİNLER ve PEYGAMBERLER - FELSEFE ve FİLOZOFLAR
    PEYGAMBERLER
    İbrahim ------------------ M.Ö. 2000
    Musa ---------------------- M.Ö. 1300
    Davud-Süleyman ----- M.Ö. 1000
    İsa --------------------------- M.S. 0-33
    Muhammed ------------- M.S. 571-632

    M.Ö. İRAN HİND ÇİN
    Veda
    7. y.y. --------- Zerdüşt ------------------------ Lao-Tse (Taoizm)
    6. y.y. ------------------------------ Buda ------- Konfüçyus (Kung-Tse)

    ARYAİLER
    1- İRAN 2- HİND
    Mitra Veda
    Zerdüşt Budizm (Prens Siddharta)
    Mani
    Mazdek

    YUNANLI YEDİ BİLGE (MÖ 6. y.y.)
    Bias, Chilon, Kleobulus, Periandros, Pittakos, Solon, Thales.

    HELENİSTİK ÇAĞ
    M.Ö. 4. y.y. ”“ M.Ö. 1. y.y.
    (Büyük İskender'in Helenistik çağı yaygınlaştırması - Roma İmparatorluğu'nun kurulması)

    FELSEFE AKIMLARI
    Radikalizm
    Hümanizm
    Realizm
    Materyalizm
    Natüralizm
    Psikolojizm
    Epikürizm
    Sosyolojizm
    Historizm
    Kapitalizm
    Sosyalizm
    Komünizm
    Egzistansiyalizm
    ”¦..
    TIP FELSEFESİ
    Deneyci Hekimler Okulu'nun da başkanı olan Sextos Emperikos (M.S. 2. y.y.), hayat için kullanılabilecek ve gerçekten faydalı olabilecek en değerli bilimler olarak tıp ve felsefeyi görmektedir. Ona göre tıp, insanın bedeni ıstıraplarının ve bunları iyileştirme araçlarının bilgisidir. Felsefe ise, dogmatizmden acı çekenlerin ruhlarını iyileştiren bir bilimdir. Felsefe amacına her zaman, tıp da hiç olmazsa çoğu zaman ulaşır.
    Tıp (Tıbb), lügat olarak hastalara karşı iyilik yapmak ve yumuşaklık göstermek anlamındadır. Canlı varlıkların beden ve ruhunu iyileştirmek için ilaç vermek manasına da gelmektedir.
    Tabip kelimesi de alim, hazık (usta) gibi anlamlar taşımaktadır. İngilizcedeki karşılığı doctor sözcüğüdür. Doctor, alim demektir. Örneğin felsefe doktoru, edebiyat doktoru gibi. Eski Türkler de atasagun (kutsal hekim) kelimesini kullanırdı.
    Hipokrat'ın tıp tarihinde çok önemli yeri vardır. Bugün tıp fakültelerinin mezuniyet törenlerinde “Hipokrat Andı” okunmaktadır.
    Hipokrat'ın her biri slogan olabilecek bazı görüşleri aşağıda verilmiştir:
    Hastalık yoktur, hasta vardır.
    Önce zarar verme!”“ Primum nil nocere!
    Hekim güzel ahlaklı ve doğru sözlü olmalıdır.
    Biz yaşamak için yeriz, yemek için yaşamayız.

    İbni Rizvan hekim-hasta ilişkisinde şu noktaları belirtmektedir:
    Doktor hastanın sırları konusunda ketum olmalıdır.
    Hastadan ücret beklemekten çok, hastayı iyileştirmeye özen göstermelidir.

    Hürrem Sultan tarafından 1550'de Mimar Sinan'a yaptırılan Haseki Darüşşifası'nın ve Nurbanu Sultan tarafından 1570'li yılarda yine Mimar Sinan'a yaptırılan Üsküdar Atik Valide Darüşşifası'nın vakfiyesinde doktorlarda aranan vasıflar şöyledir:
    “Hastahanede istihdam edilecek doktorlar, mesleğinin en ince kaide ve esaslarını fevkalade kavramış, feraset sahibi, tıp ve hikmet kanunlarının sır ve inceliklerine vakıf olup, gönüllerinin hikmetle doldurmuş, bilgilerini birçok mühim tıbbi vak'aya şahitlik ederek kuvvetlendirmiş ve meslektaşları arasında şöhret kazanmış, hastaları tedaviye ve hastalığın kimyasına da son derece vakıf, acizlik ve tembelliği kendileri için çirkin gören becerikli kimseler olmalıdır.
    Doktorlar hastaya karşı son derecede şefkat ve merhamet duygularıyla dolu olmalı, yumuşak ve bir tavır ve eda ile muamele etmeli, her birine candan dost gibi lütuf ve merhamet ile bakmalı, onları asık suratla karşılamamalı, haklarında hiçbir şikayet ve serzenişte bulunmamalıdır.
    Hastalara az da olsa nefret uyandıracak söz söylememeli; zira bu bazen hastaya en büyük dertten daha ağır gelir. Tatlı ve latif bir dille hitap etmelidir. Hastalar ile görüşürken şiddetli ve sert sözlerden kesinlikle kaçınmalı, hallerinin sormakta kusur etmemeli, suallerine şefkat ve sevgiyle cevaplar vermeli, başlarını merhamet duygusuyla okşayıp, daima şefkatle korumalı, onlara rahmet kanatları açmalı, inayet ve himaye kemerleri germelidir.
    Doktorlar hastaların bütün durumlarını her an gözeterek kontrol altında tutmalı, dertli ve çaresizlerin her haline ve hastalık durumlarına dikkat etmeli, nabızları ve ateş dereceleri gibi günlük ve anlık kontrol edilmesi gereken durumlarını yoklamalı, tedavilerinde her türlü kolaylığı yapmalı, hastanın hali tekrar doktorun gelmesini gerektiriyorsa doktor, derhal hastaya koşmalıdır.
    Doktorlar kararlaştırılan bu esaslardan hiçbirini ihlal ve ihmal etmemelidir. Eğer bu şart ve esaslara uymazlarsa aldıkları ücret kendilerine haram olup, ahirette de sürekli bir azaba maruz kalacaklardır.”

    Aristo'nun belirttiğine göre, Hipokrat'ın manevi oğlu Polybos'un “İnsanın Doğası” adlı kitabında 4 eleman, 4 güç ve 4 mevsim teorisi bulunmaktadır. Bu dört eleman ateş, hava, su ve topraktır; dört güç ifrazat, kan, sarı safra ve kara safradır; dört mevsim nemlilik, kuruluk, sıcaklık ve soğukluktur.
    Enerji bazen ışık, bazen hararet ve bazen de hareket şeklinde tezahür etmektedir. Akıl adeta ışık gibidir. Ruh bir hararet tezahürüdür. Nefs ise hareketi temsil etmektedir.
    İbni Miskeveyh'e (?-1030) göre insanda üç türlü nefs (ruh = psühe) vardır: Düşünen nefs, hayvani nefs ve öfkeli nefs. Şayet avcı (akıl), atına (hayvani nefs) ve köpeğine (öfkeli nefs) hakim olamazsa onlar da başı boş hareket ederler.
    Aristo'ya (M.Ö. 384-322) göre beden madde, ruh da formdur. Ruhun kendisi cisimsel değildir, ama bedeni hareket ettiren, ona egemen olan güçtür. Ruh (psykhe) üç tabakalıdır. Her alt tabaka üstteki için maddedir. Bitkilerde, yalnız, organik hayattaki mekanik ve kimyasal değişmeleri erekli olarak ”“özümseme ve üreme- biçimlendiren ruh vardır. İstek ile duyum hayvan ruhunun iki önemli özelliğidir. İnsan ruhunda ilaveten akıl vardır. Akıl biri düşünme ve diğeri eylem olan iki esasla kendini gösterir.
    Çevremizdeki nesneler ile insan şuuru arasındaki ilişkiler önce duyu organlarımız sayesinde olmaktadır. Buna duyum (hissetmek) adını veriyoruz. Duyulardan meydana gelen imajlar ve tasavvurlar ise duyu verileri ismini almaktadır. Bu imajları yakalamak eylemine de algı (idrak) denilmektedir. Sonra da algıladığımız şeyleri anlamaktayız. Bu anlamak işi zihindir. Sonuçta, anladığımız bu şeyleri akıl ile bağlamaktayız. Aklın böyle bir eylemde bulunmasına düşünce (tefekkür) ve bu eylemin hızına da zeka denir. Duyum ve algılamada insan ve hayvanlar eşittir. Zihin, akıl ve zeka mertebeleri ise sadece insanda vardır.

    Bilginin kaynağı, Descartes gibi rasyonalistlere göre yalnızca akıl (us), Hume gibi ampiristlere göre yalnızca tecrübedir (deneyim). Kant'a göre ise her ikisi de”¦
    Mantık (logic) nutk kelimesinden gelmiş olup, anlamlı ve kurallı söz demektir. Siyaset hâkim olmak, hükmetmek manasına gelirken, politika devlete ait bilgiler, yani devlet idaresi anlamına gelir.
    Ahlak, hulk (huy) sözünün çoğulu yani huylar anlamındadır. Ahlakın müeyyidesi ayıp, dinin günah, hukukun da cezadır.

    TIP TARİHİ
    İLK ÇAĞ
    İlk çağ, ilk yazılı belgelerden, yani M.Ö. dördüncü binyıldan başlar ve Batı Roma İmparatorluğu'nun M.S. 476 yılında çöküşüne kadar sürer.
    Mısır'da adını bildiğimiz ilk büyük hekim İmhotep'tir (M.Ö. 3000). Başka bir önemli hekim olan İris, M.Ö. 2600 yıllarında yaşamıştır. En eski papiruslar “Kahun ve Gardiner papirusları” olup, kadın ve çocuk hastalıklarını ele almaktadır (M.Ö. 2000).
    Mezopotamya medeniyeti esas itibariyle Sümer, Babil, Akad ve Asur uygarlıklarıdır. Asurlar Sümerceyi tıp lisanı olarak kullanmaktaydılar. Babil tıbbında Hammurabi kanunları ilgi çekicidir (M.Ö. 2000). Yanlış tedavi için ceza sistemi uygulanmıştır. Lagaş kralı Urukagina şarlatan hekimleri cezalandırmıştır.
    Hititlerde tıp, çağdaşları Mısır ve Mezopotamya'ya göre daha geridir.
    Hipokrat (M.Ö. 460-370, İstanköy), Batı dünyasında hekimliğin babası ve en büyük hekim olarak kabul edilir. İlk bilgilerini hekim olan babası Heraklides ve hocası Herodikos'tan almıştır.
    Herophilos (M.Ö. 4. y.y. sonu) anatomide önemli bir çığır açmıştır. Duodenum ismi ona aittir. Herophilos ve Erasistratos mahkumlar üzerinde canlı anatomik çalışmalar yapmışlardır.
    Philostratos (M.Ö. 300), tıpta uzmanlaşmanın ve branşlaşmanın önemine ilk kez değinmiştir.
    Galenos (M.Ö. 200-130), anatomide önemli aşamalar katetmiştir.
    Helenistik çağ M.Ö. 1. y.y. sonlarında tamamlanmaktadır. Genel fizyolojik sistem ile ilgilenmeleri Helen tıbbını Çin ve Hind tıbbının düştüğü fantezilerden kurtarmıştır.
    Bugünkü anlamda hastaneler Roma İmparatorluğu zamanında (M.S. 1. y.y.) kurulmaya başlanmıştır.

    MÜSLÜMAN ARAPLAR ve TÜRKLER
    Hz. Peygamber zamanında Hendek savaşında Rüfeyde Çadırı'nda tedaviler yapılmaktaydı.
    İslam dünyasında tıp tedrisi ve tedavinin birlikte yürütüldüğü müesseselere Daru'ş-Şifa, Daru't-Tıb, Daru's-Sıha, Daru'l-Merza, Daru'l-Afiye, maristan ve bimaristan gibi isimler verilmiştir. İlk Daru'ş-Şifa 706 yılında Şam'da Abbasi halifesi Velid bin Abdülmelik tarafından yaptırılmıştır. Bu hastanenin kadrosunda 978 yılında 24 uzman hekimden oluşan bir ekip bulunmaktaydı.
    Meşşailerin ilk filozofu Kindi (803-872), “Hipokrat Tıbbı” ve “Tıbbın Faydaları” adlı eserlerin sahibidir.
    Huneyn bin İshak (809-873), “Göz Hakkında On Risale” ve “Tıp İlmine Giriş” eserleri ile meşhurdur.
    Ebu Bekir Razi (864-925), İslam dünyasında, meşşailer yanısıra natüralist (tabiiyyun) felsefe akımının önderidir. En önemli kitabı “Kitab el-Havi” olup, Latince tercümesi “Liber Continens” dir. Razi'nin tıp konusunda iki temel kaidesi vardı; akıl (kıyas) ve deney. Bağdat Hastanesi'nde uzun yıllar hizmet vermiştir. Razi, “Görme Olayının Niteliği” isimli eserinde görme olayının o zamana kadar zannedildiği üzere gözden çıkan bir şua ile değil, cisimden gelen ışık ile olduğunu belirtmekteydi. Kendisi çiçek ve kızamık hastalıklarını geniş bir şekilde ilk kez tanımlayan hekimdir. Galen ve Hipokrat aleyhinde “Şüpheler” kitabını yazmıştır. “Kitab el-Mansuri” yi Samani hükümdarı Mansur'a ithaf etmiştir. Ebu Bekir Razi İslam dünyasının Galen'idir. Şu söz bunu açıklayıcı niteliktedir: “Tıbbı Galen diriltti. Dağınık halde idi. Razi topladı. Noksanları da İbni Sina tamamladı.”
    Ali bin Abbas (?-994) kanser ameliyatı yapmış olup, “Kitabü'l Meliki” adlı tıp ansiklopedisini büyük bir miras olarak bırakmıştır.
    İbni Cessar (?-1009) cüzzam hastalığını tanımlamıştır.
    Ebu'l Kasım ez-Zehravi (963-1013) cerrahlığı ayrı bir dal haline getirmiştir. “Tasrif” isimli kitabında 200 kadar ameliyat aletinin resmini çizmiş ve ayrıntılı bilgi vermiştir.
    İbni Sina (980-1037), Buhara'da Samani hükümdarının kütüphanesinde incelemeler yapmıştı. “El Kanun fit-Tıb (Tıbbın Kanunu)” adlı eseri “Canon (Kanun)” adıyla Latinceye tercüme edilmiş olup, Avrupa'da 16. y.y. sonlarına kadar ders kitabı olarak okutulmuştur. Pavia'da 1510 yılında yapılan baskısında, kapaktaki resimde İbni Sina ortada tıbbın hükümdarı olarak oturuyor. Sağında Galen, solunda ise Hipokrat bulunmaktadır.
    11. y.y.'da Kahire'de ”˜Tabipler Odası' başkanlığını yürüten Ali bin Rıdvan (?-1067) modern tedavi metodlarını uygulamada ustalık göstermekteydi.
    Ammar (11. y.y.) 9 asır önce göz ameliyatı yapmıştı.
    Ali bin İsa (11. y.y.), “Tezkire” adlı kitabında göz hakkında önemli bilgiler vermiştir.
    Ebul Berekat Bağdadi (1076-1166), cerrahi ve ruh hekimliği dallarında otorite sahibiydi.
    İbni Rüşd (1126-1198), “Kitab el-Külliyat (Umumi Hastalıklar Kitabı)” ile iç hastalıklarını anlatmaktaydı. Retina hakkında mühim bilgiler içeren bir kitabı mevcuttur.
    Fahreddin Razi (?-1209), bağımsız filozof-kelamcılardan olup, “Hıfz el-Sıhha” isimli kitabı meşhurdur.
    İbnün Nefis (1210-1288) küçük kan dolaşımını ilk kez izah etmiştir.
    İbni Hatip (1313-1374) veba hastalığını geniş bir şekilde tanımlamıştır.

    SELÇUKLU VE OSMANLI DÖNEMİ
    İlk Nizamiye medresesi Alparslan zamanında Nişabur'da Nizamülmülk tarafından yaptırılmıştır.
    Osmanlılardan önce Anadolu'da tesis edilen birçok Daru'ş-Şifa bulunmaktadır. Kayseri Gevher Nesibe Daru'ş-Şifası (1205), Sivas I. Keykavus Daru'ş-Şifası (1217), Mengücekli Turan Melike Hanım'ın yaptırdığı Divriği Daru'ş-Şifası (1228), İlhanlılara ait Amasya Daru'ş-Şifası (1308) ve Artuklulara ait Diyarbakır ve Mardin Daru'ş-Şifaları sayılabilir.
    Osmanlılarda ilk Daru'ş-Şifa Yıldırım Bayezid zamanında Bursa'da tesis edilmişti. İstanbul'da Fatih, Edirne'de II. Bayezid, İstanbul'da Haseki Sultan gibi tesisler daha sonra kurulmuştur.
    Akşemsettin (1389-1459) mikrobu ilk defa tanımlayandır.
    Amasyalı Şerafeddin Sabuncuoğlu, 1465 yılında yazdığı “Cerrahiyetü'l-Haniye” isimli kitabını Fatih'e sunmuştur.
    Kambur Vesim (?-1761) verem hastalığı ve mikrobunu geniş bir şekilde açıklamıştır.
    İlk modern tıp eğitimi, Sultan II. Mahmud zamanında, 14 Mart 1827'de Tıphane ve Cerrahhane-i Amire ile başlar.
    X-ışınının keşfinden sadece bir yıl sonra, 1896'da bu çalışmayı ülkemizde ilk kez Esat Feyzi yinelemiştir. Memleketimizde X-ışınları ile ilgili ilk kitap, 1897'de Esat Feyzi tarafından yazılmıştır. Bu kitabın adı “Röntgen Şuaatı ve Tatbikatı Tıbbiye ve Cerrahiyesi” olup, 76 sayfalık hacimdedir. Esat Feyzi 1897'de dünya tıp tarihinde ilk defa yaralı bir askerin kolundaki kurşunu görüntülemiştir. Radyoloji tarihimizde Esat Feyzi (1874-1901) ve Rıfat Osman (1874-1933) ilk öncüler olup, Süfyan Bey radyoterapiyi başlatmıştır.

    ERZURUM
    Kazılarda Erzurum tarihinin M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Erzurum'a tarih boyunca Hunlar, Urartular, Kimmerler, Sakalar (İskitler), Medler, Persler, Partlar, Romalılar, Bizanslılar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Timurlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar (1514, Yavuz Sultan Selim) hakim olmuşlardır. Türkiye tarihinde de 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi ile ayrı bir öneme ve yere sahiptir.
    Erzurum'da bir çok önemli filozof da yaşamıştır. Bunlardan Abdüllatif el-Bağdadi (1162-1231), bağımsız bir filozoftur. Sultan Alaeddin Keykubad'ın hizmetinde bir süre Erzurum'da bulunmuştur. Muhyiddin İbn'ül-Arabi (1165-1240) Endülüs'lü olup, Sadreddin Konevi'nin (1210-1274) hocasıdır. Anadolu Selçuklu Sultanı İzzedin Keykavus zamanında Erzurum'da bir süre kalmıştır. İbrahim Hakkı Erzurumî (1703-1780) Hasankalelidir. Marifetname ismiyle meşhur eserinde anatomi, fizyoloji ve bir kısım hastalıklara da yer vermiştir.

    CUMHURİYET DÖNEMİ
    O zamanki adıyla Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti olan Sağlık Bakanlığı, İstiklal Harbi döneminde 3 Mayıs 1920'de kurulmuştur. İlk Sağlık Bakanımız da Dr. Adnan Adıvar'dır. Bu ilk dönemde özellikle koruyucu hekimlik ön plana alınarak çeşitli bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye girişilmiştir.

    BATI ve MODERN TIP
    1796- İngiliz E. Jenner çiçek aşısını buldu.
    1846- Amerikalı W. Morton anestezide eteri kullandı.
    1850- Amerikalı G. Camman ilk çift kulaklıklı steteskopu tasarladı.
    1851- Alman H. Von Helmholtz oftalmoskopu yaptı.
    1864- İngiliz W. Aitken klinik termometreyi tanıttı.
    1865- Fransız L. Pasteur mikropların hastalıklara yol açtığına dair teorisini geliştirdi.
    1885- Fransız L. Pasteur kuduz aşısını kullandı.
    1895, 8 Kasım- Alman W. Röntgen X-ışınını üretti.
    1896- İtalyan S. Riva-Rocci tansiyon aletini geliştirdi.
    1897- Alman F. Hoffman aspirini buldu.
    1901- Avusturyalı K. Landsteiner kan gruplarını keşfetti.
    1903- Hollandalı W. Einthoven EKG yaptı.
    1922- Fransız Calmette ve Guerin verem aşısını geliştirdiler.
    1928- Alexander Fleming penisillini keşfetti.
    1929- Alman H. Berger EEG yaptı.
    1943- Hollandalı W. Kolff dializ makinesini yaptı.
    1950- Amerikalı R. Lawler ilk böbrek naklini yaptı.
    1953- Amerikalı J. Gibbon kalp-akciğer cihazını yaptı.
    1953- İngiliz F. Crick ve Amerikalı J. Watson DNA'nın yapısını keşfettiler.
    1954- Amerikalı J. Salk çocuk felci aşısını buldu.
    1955- İngiliz I. Donald USG yaptı.
    1956- G. Afrikalı B. Hirschowitz endoskopu kullandı.
    1958- İsveçli A. Sennig ilk kalp pilini kullandı.
    1960- Amerikalı J. Enders kızamık aşısını buldu.
    1967- G. Afrikalı C. Barnard ilk kalb naklini yaptı.
    1971- İngiliz G. Hounsfield BT yaptı.
    1973- Amerikalı Paul Lauterbur MRG ile insan vücudunun görüntüsünü elde etti.

    ETİK FELSEFESİ ve AHLAK GELİŞİMİ
    Tıp etiğinin önemli sorunları olarak bugün öncelikle şu konular tartışılmaktadır:
    Kürtaj, ötanazi, beyin ölümü, bitkisel yaşam, gen manipülasyonu, klonlama, insan deneyleri, organ nakli, bilgilendirme yükümlülüğü, vasilik vs.

    Ahlak anlatımına başlamadan önce, insan olmanın vasıfları ve bunlarla ilişkili tabirleri açıklamakta fayda olacaktır.
    Ahlak, lugat manasıyla huylar demektir. Hulk (huy) ve hilkat (yaratılış) kelimelerinin Arapça aynı kökten olması ”˜Acaba huylarımız yaratılıştan mıdır?' sorusunu akla getirebilir.
    Ahlak kelimesinin Avrupa dillerindeki karşılığı Almancada ethik, Fransızcada ethique ve İngilizcede ise ethics sözcükleridir. Bütün bunlar Grekçeden alınmış olup, karakter anlamına gelen ethos kelimesinden türemişlerdir.
    Ahlak manasında kullanılan terimlerden biri de moral (Fr. morale) sözcüğüdür. Moral kelimesi ahlaki yargılar anlamında kullanılmaktadır. Şu halde etik moralin felsefesidir, denilebilir.
    Sokrates'e göre haklı, doğru ve iyi olan şeyin tespiti, yani ahlak esastır.
    İlk çağlardan günümüze birçok filozof ahlak hakkında eserler yazmıştır. Aristo'nun eseri olan ”˜Nikomahos Ahlakı' bu bakımdan ilk eser olarak kabul edilebilir.
    Immanuel Kant, gerçek ahlak, sağlam bir aklın yönlendirdiği ahlaktır, demektedir.
    Her toplumda o toplumu ayakta tutacak üç tane müessese vardır. Bunlar: Ahlak, din ve hukukdur. İbni Miskeveyh'e (?-1030) göre ahlakın müeyyidesi ayıp, dinin günah, hukukun da cezadır.
    Sadreddin Konevi'ye (1210-1274) göre ahlakta birbirinden ayrılmaması gereken üç unsur vardır:
    Doğru sözlü olmak
    Temiz kalbli olmak
    İyi davranmak

    Nitekim Mevlana (1207-1273), Mesnevi isimli eserinde şöyle demektedir: “Eğri ok menziline ulaşamaz. Sen de doğru ok gibi ol ki, yay seni menziline ulaştırsın.”
    Voltaire açısından, ”˜Hıristiyanların ahlakı vardı; ama paganların ahlakı yoktu.' demek, dar bir bakış açısı olup, aslında geometri nasıl ki tektir, ahlak da aynı şekilde tek olmalıdır, kabulünü görmekteyiz. Mantık bize doğru düşünmenin kurallarını öğretirken, ahlak da doğru yaşamanın kurallarını öğretmektedir. Ahlak ne boş inanlar da, ne törelerde dir, onun dogmalarla da bir ilgisi yoktur. Ahlak ışık gibi Tanrı'dan gelmektedir. Din ile ahlak iç içedir, denilebilir. Din aynı zamanda ahlakın da kaynağıdır. Çünkü din, erdemli ve dürüst yaşamayı ister ve başkalarının haklarına tecavüze izin vermez.
    Türk ahlakçılarından Kınalızade Ali'ye göre (1510-1572), şahıs ahlakı, aile ahlakı ve millet ahlakı birbirleriyle ilintilidir.
    Düşünce tarihi boyunca hemen bütün filozoflar, bir yandan ”˜Ahlak nedir?' sorusuna cevap ararken, öbür yandan da ”˜Nasıl mutlu olabiliriz?' diye düşünmüşlerdir.
    Ahlakın temel kavramları olan iyi ve kötü neticesinde haz ve elem duyulmaktadır. Ancak, bu her toplum ve hatta her birey için aynı mıdır? Yani, ölçü nedir? M.Ö. 5. asırda sofistler ilk kez ahlakta izafilik meselesini ele aldılar. Acaba, insan iyi zannettiği bir şeyi yaparsa belki mutlu olabilir, ancak bu davranış her zaman erdemli midir?
    Örf ve adetler ile ahlak arasında yakın ilişki vardır. Fransızlar, “Pirene dağlarının bu tarafında doğru olan, öteki tarafında yanlıştır.” demektedirler. İbn-ül Arabi, ahlak hükümleri yerlerin değişmesiyle değişir, ifadesini kullanmıştır.
    Razi, ahlak sahasında üç ilkeye dayanmaktadır: Akıl, irade ve tabiata dönüş. Razi'ye göre irade ancak akılla kontrol edilebilmektedir. İnsanı en çok mutlu kılacak şey kendi tabii çevresidir. Razi, buna tabiata dönüş ismini vermektedir.
    İbni Miskeveyh'e göre iki çeşit ahlak vardır. Birincisi tabii ahlak, ikincisi de eğitim ve alışkanlıkla kazanılan ahlaktır.
    Yusuf Has Hacib (?-1070), Kutadgu-Bilig'de, karakter her zaman ahlakın temel taşıdır, demektedir. ”˜Yeryüzünde insanlar çoktur, fakat insanlık azdır.' sözü de O'na aittir.
    Katip Çelebi'ye (1609-1658) göre ise kötü huylar doğuştan değildir.
    Avrupa felsefesinde ödev ahlakı denilen görüş Alman filozofu Kant'a aittir. Ona göre: Öylesine davranacaksın ki davranışının kuralları, akıl sahibi olan bütün yaratıklar için bir kanun gibi kabul edilsin. Kant için ahlakın temelini, herkes için aynı kalan, herkes için değişmeyen bir şey oluşturmalıdır.

    Ahlak görüşlerini şu şekilde tasnif edebiliriz:
    Mutluluk ahlakı (Evdaimonizm)
    Hazcılık (Hedonizm)
    Kayıtsızlık (Apathie)
    Ruh sükuneti (Ataraksia)

    Son dönem eğitimcilerden olan Kohlberg'e göre ahlak, birlikte yaşayan insanların zorunlu oldukları iyi ve doğru davranışlar bütünüdür. Hangi davranışın iyi ve doğru olduğu konusunda birlik olmayıp, toplumdan topluma ve zamandan zamana da değişmektedir. Ahlak aslında bir bilgi türü olup, çocuğun toplumsallaşma sürecinde kazandığı ve hangi davranışın iyi-kötü, doğru-yanlış, veya istenilir-istenilmez olduğuna ilişkin bir bilgidir. Ahlak, insanlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen, yöneten kural ve ilkelere denir.
    Kohlberg esas olarak Piaget'in merhalelerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini iddia etmiş, ahlaki gelişmenin (Piaget'in aksine) 11 yaşından itibaren olgunluğa başladığını reddetmiştir. O, bu safhayı 16 yaşına kadar uzatmaktadır.

    Kohlberg'e göre ahlaki düşünce seviyesi ve gelişme merhaleleri:
    Ahlak öncesi çağ: İyinin mükafatlandırılması ve kötünün cezalandırılması şeklindedir.
    Kurulu-düzen ahlakı: Bir toplumdaki belli kaide ve otoriteye uyacak çeşitte davranıştır.
    Alışılagelmişin üstünde bir ahlak anlayışı: Otonom ahlak ilkelerine sahip olmaya doğru açık bir gayret görülür. Ahlaki çatışmalar kanun ve nizama değil, onlardan daha geniş ahlaki prensiplere göre çözülür.

    Bu şekilde ilkel olandan daha gelişmiş olana doğru ahlaki değer yargıları da değişmektedir.