Ortak Türk Entegrasyonunun Kavramsal (Konseptüel) Gerekçeleri - Manaf BAGİRZADE | Milli Vicdanın İlimle Hicreti
  • YAZARLAR
  • Emrullah ÖNALAN
  • Mehmet Zeki İŞCAN
  • Cevat GERNİ
  • Hasan SAĞINDIK
  • Seyfullah TÜRKSOY
  • Menderes ALPKUTLU
  • Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
  • Turan GÜVEN
  • M. Hanefi PALABIYIK
  • Kemal Polat
  • İrfan SÖNMEZ
  • Mustafa AKIN
  • Hacı GÜRHAN
  • Hafize ŞAHİNER
  • Fatma Sönmez
  • Ahmet ÜNAL
  • İrfan SEVİNÇ
  • Şahabettin YILDIZ
  • Oğuzhan ÖLMEZ
  • Ahmet Coşkun DÜNDAR
  • Muharrem BİTİREN
  • Mehmet SAĞLAM
  • Mete ÖZDİKİCİ
  • Ahmet ÖZTÜRK
  • Ufuk ÜNAL
  • B.BARIŞ KERİMOĞLU
  • M.Çağdaş ÇAYIR
  • Ahmet İZZETGİL
  • ERHAN HAŞLAK
  • Veysel AŞKIN
  • Suat UNGAN
  • Hayrullah DEMİR
  • Cemil İLBAŞ
  • Tahsin BULUT
  • Coskun KÖKEL
  • Bülent KARAKELLE
  • Senar BAŞAK
  • Küşat TAŞKIN
  • Orhan ARSLAN
  • Hakkı DURU
  • Hüseyin AKDOĞAN
  • Osman Kenan AKSOY
  • Hayrettin NEŞELİ
  • Kerim Alperen İBİŞ
  • R.Alparslan TOMBUL
  • Mehmet DOĞAN
  • Ali ARASOĞLU
  • Manaf BAGİRZADE
  • Zülfikar ÖZKAN
  • Veysi ERKEN
  • Abdulnasir KIMIŞOĞLU
  • Ömer YÜCE
  • Cengiz Yavilioğlu
  • Kemal YAVUZ
  • M.Lütfü YILDIZ
  • Orhan İBİŞOĞLU
  • Mehmet OKKALI
  • İsmet TAŞ
  • İsmail GÜVENÇ
  • M.Alperen ÇÜÇEN
  • Orhan KAVUNCU
  • Mustafa Toygar
  • Mete GÜNDOĞAN
  • Sadi SOMUNCUOĞLU
  • Ertugrul ASİLTÜRK
  • Yunus EKŞİ
  • Muhammet Esat KESKİN
  • Yücel OĞURLU
  • Aynur URALER
  • Hasan Gökhan Kotan
  • Mehmet Akif OKUR
  • Bozkurt Yaşar ÖZTÜRK
  • Mahmut Celal ÖZMEN
  • Fazlı POLAT
  • Mustafa İLBAŞ
  • Serkan AKIN
  • Musa IŞIN
  • Gündüz GÜNEŞ
  • Enver Alper GÜVEL
  • Necdet TOPCU
  • Onur ERSANÇMIŞ
  • Mehmet Bozdemir
  • Fahri Akmansoy
  • M. İkbal Bakırcı
  • M.Talât UZUNYAYLALI
  • Rubil GÖKDEMİR
  • Zeki ŞAHİN
  • Özkan ÖZKAYA
  • Dr. Muhsin YILMAZÇOBAN
  • İparhan UYGUR
  • Sami ŞENER
  • Hakkı ÖZNUR
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Nurettin KALDIRIMCI
  • Ali Rıza MALKOÇ
  • Namık Kemal ZEYBEK
  • Atilla BİTİGEN
  • Mahmut Zeki ÇABUK
  • Emre KESKİN
  • Şener MENGENE
  • Selami BERK
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Abdullah NEHİR
  • Gafur OTURAK
  • Recai ÇELİK
  • Ahmet Berhan YILMAZ
  • Nazmi ÖLMEZYİĞİT
  • Necdet BAYRAKTAROĞLU
  • Tarık Sezai KARATEPE
  • nikaO
  • Mustafa Duman
  • Ramazan ASLANBABA
  • Feyzullah BUDAK
  • Mahmut Esfa EMEK
  • Orhan SÖYLEMEZ
  • Asiye TÜRKAN
  • MİLLİ VİCDAN
  • KONUK MAKALELERİ
    ORTAK TÜRK ENTEGRASYONUNUN KAVRAMSAL (KONSEPTÜEL) GEREKÇELERI
    Yazar: Manaf BAGİRZADE
    Dünya güçlerinin,Türk Cumhuriyetlerinin entegrasyonunu kapsayan bölge üzerinde, küreselleşmenin öncelikli şartı olarak işbirliği yapmakla beraber,çıkar çekişmesinin gerçekleştiği bir süreçte yaşamaktayız . Türkistan üzerinde Rusya ile Çin ve Çin'le ABD arasında "Stratejik Ortaklıktan Stratejik Rekabete" doğru bir çekişme izlenmektedir. Bu çekişmeye yönelik her bir devletin kavramsal yaklaşım düzeyinde strateji uygulama sergilemesi Türk entegrasyonuna yönelik en önemli engel faktör olarak nitelendirmektedir. Bu amaçla konseptual yaklaşım sadece gerekli dış olanağı sağlamakla kalmayıp, ülkelerin iç dinamiklerinin de bu yönde gerekli olanak sağlamasını temin etmektedir. Araştırmadan elde edilen sonuçlar, gelecekte gerçekleşecek faaliyetlerde aşağıdaki hususlara öncelik verilerek yapılması gerektiğini göstermektedir.
    millivicdan.org - Ortak Türk Entegrasyonunun Kavramsal (Konseptüel) Gerekçeleri


    ÖZET

    Küreselleşme sürecinin adaletsiz ve sorunlu gittiği ortamda dünyanın farklı bölgelerinde yerleşen komşu ülkeler yerel düzeyde işbirliği ve karşılıklı yardım birliklerini oluşturmaya çaba gösteriyorlar. Birçok devletler tek kutuplu dünya yapısından kurtulmanın ve kendi iradelerini gerçekleştirmenin önemli bir yolunun uluslararası örgütlenmede görmektedirler. Bu çalışmada öncelikli olarak SSCB'nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri arasında uluslararası alanda işbirliği ve koordineli ortak politikaların oluşturulmasını ve uygulanmasını sağlayacak konseptli yaklaşım incelenmektedir. Farklı sahaları kapsayan bu tür birliklerin oluşmasında Türk dilli halkların ve devletlerin aynı zamanda tarihi, kültürel, dini etnik temelleri vardır. Strateji bakımdan Türk devletlerinin birbirlerine yaklaşmasını tetikleyici husus, farklı güç merkezlerinin Avrasya mekanına sahiplenmek isteklerinin olmasıdır. Bu araştırmada, uluslararası düzeyde entegrasyonun yansıması daha çok siyasi, ekonomik-mali, sosyal sahalarda olmasına rağmen, belirleyici özelliğin ortak kavramsal (konseptüel) düzeyde olduğu gösterilmektedir. Bağımsızlıktan sonra Türk Cumhuriyetlerinin ilişkilerine kronolojik olarak bakıldığında, önemli değişmelerin yalnız farklı konsepte sahip işbirliği modellerinin tatbiki gerçekleştiği görülmektedir. Bu nedenle işbirliği ve entegrasyon arayışlarında farklı paradigmaların incelenmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Çalışmada retrospektif inceleme yöntemi ile faktoloji bilgilere değinilmekle birlikte, konseptual figüratif mantıksal yorumlama yöntemi de kullanılmıştır. Türk devletlerinin gerek bölgeyle gerekse de bu bölgede yaşayan halklarla yakın tarihi ve kültürel bağları bulunmaktadır. Entegrasyonun gerektirdiği örgütlenme, yalnız bu bağların ortak mental temeli çerçevesinde gerçekleşirse, başarılı olabileceği sonucuna varmak mümkündür.

    Anahtar sözler: Türk Cumhuriyetleri, Entegrasyon, Bölgeselleşme, Konseptüel yaklaşım

    THE CONCEPTUAL JUSTIFICATIONS OF THE TURKISH REPUBLICS COMMON INTEGRATION ABSTRACT

    In the medium of an unequal and painful process of globalization, the contiguous countries settled in the different parts of the world. Attempt to create local collaboration and mutual assistance associations. Most of the states consider that getting grid of monopolar structure of the world and fulfilling their will is the only solution in an international organizing. In this study, after the dissolution of the USSR the Turkish Republics gained independence as a priority examined substantive items to ensure display in the international collaboration and coordinated organization a common of policies. Turkish language people and states have a great contribution in the formation by including different area of such unity as well as there are the historical, cultural, religious, ethnic basics. Strategically coming closer of the Turkish states of the ways to approach the trigger point is that it wishes to adopt a different power centers to Eurasia environment. Research shows that reflection at the international level organization, political, economic-financial, notwithstanding the realization of social fields are mostly occurred decisive property conceptual level. After independence looking at the chronology of the Turkish Republics relations with the different kind of concept cooperation we see important changes took place as a result of the application of the model alone. For this reason, in cooperation with the necessity of studying the changing paradigms are emerging. Dealing with a retrospective analyze and some factological information in the study also were used conceptual figurative interpretation of logical methods. There are historical and cultural close ties among Turkish states and people who live in this region. Collaboration required by the organization will be concluded with a great success only if these ties will achieve on the common mental base.


    Keywords: Turkic Republics, Integration, Regionalization, Conceptual Approach.


    GİRİŞ

    Küresel dünyaya hakim olan batı konseptinin oluşturduğu, kapitalist şartların sermaye birikimi ile sağlanmakta olan emperyalist karakterli güçlerin bulunduğu bir ortamda, çevre ülkeleri, egemenliklerini sürdürebilmeleri uğrunda çaba göstermektedirler. Kısa zamanda değişen çevre şartlarına karşı, direnci zayıf olan veya değişime karşı alternatif konsepti olmayan ülkelerin giderek entropiye uğramalarına paralel olarak, bazı ülkeler değişen bu çevre şartlarını kontrol altına almak ve kendi çıkarlarına uygun yönetilmesi için kavramsal yöntemlere başvurmaktadırlar. Örneğin, AB'nin oluşumu için entegrasyona yönelik çözüm yolları yalnız kavramsal yöntemlerin uygulanması ile gerçekleşmiştir. AB entegrasyonunda temel olarak bu kavramsal yaklaşımlar, “federalistler” ve “işlevselciler” olarak ikiye ayrılmaktaydı.
    Bağımsızlıklarından sonra Türk cumhuriyetleri çeşitli bölgesel ve uluslararası örgütlerle iş birliği arayışlarına girmişlerdir. Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı'nın (AGİT/OSCE) üyesi oldukları gibi NATO barış programı ortaklığına katılmaya ve ABD ile çok taraflı anlaşmalar imzalamaya teşebbüs etmişler. Aynı zamanda kendi bölgelerinde bütünleşme yolunda da politika izlemişlerdir. Ancak aralarında fikir ayrılıkları söz konusudur. Örneğin; entegrasyona en çok hevesli olan Kazakistan Rusya'yla birlikte Avrasya Birliğine olumlu bakmakla beraber, Orta Asya Türk Birliği arzusunu da gizlememektedir. Özbekistan ise Türk kimliğini vurgulayarak sadece Orta Asya entegrasyonuna sıcak bakmaktadır. Buna rağmen örgütün ekonomik imkanlarından yararlanmak için altı yıl sonra örgüte katılmıştır. Kazakistan'ın amaçladığı Avrasya Birliği'nin merkezinde Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan birinci halkayı oluşturmaktadır. Merkezin çevresindeki ikinci halkada ise Azerbaycan, Moldova, Türkmenistan ve Ukrayna bulunmaktadır. Bu bağlamda Orta Asya Cumhuriyetleri'nden Kırgızistan ve Kazakistan'ında dâhil olduğu Avrasya Ekonomik Topluluğu; 29 Mart 1996'da Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan arasında oluşturulan Dörtlü Gümrük Birliği'ne 1999'da Tacikistan'ın da dâhil olması ile 12 Ekim 2000'de beş üyeli olarak ''Avrasya Ekonomik Topluluğu''na dönüştürülmesi ile kurulmuştur. Çin'in bölgeye yönelik politikalarının uygulama aracı haline gelen Şanghay İşbirliği Örgütü, bölgenin bir başka istikamette entegrasyonudur. Çok yönlü entegrasyon uygulama ve politikaları aslında dünya güçlerinin bölge üzerindeki “Yeni Büyük Oyun” adı altında mücadelesini göstermektedir.
    Soğuk savaşın bitmesi ile bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin bulunduğu bölgeye küresel aktörlerin ilgisi günden güne büyümeye devam etmektedir. İlk önce uluslararası şirket ve kuruluşlar ile AB, ABD, Çin; 2000'lerden sonra Rusya'nın bölgeye yönelik stratejik yaklaşım sergilemeye başladığı görülmektedir. Bu çalışmada kısa vadede bölgesel, uzun vadede ise küresel düzeyde, insanlığın yararına olacak ve toplumsal düzeni şekillendirecek, hazırlanabilecek ve uygulanabilecek durumda olan Türk cumhuriyetlerinin ortak entegrasyonu konseptinin, özelliklerini ve kapsama alanlarını tespit etmek amacını gütmektedir. İlk önce Türk cumhuriyetleri arasındaki ortak ilişkilerin mevcut durumunu incelemekle birlikte, işbirliğine olumsuz etki gösteren faktörler kavramsal düzeyde ele alınmaktadır. Burada ilişkilerin mevcut durumunun tespiti ekonomik göstergelere başvurularak belirlenmekte, daha sonra ise işbirliğini mükemmelleştirebilecek konseptin hazırlanmasında öncelik taşıyan hususların tespit edilmesi amaçlanmaktadır.


    1. Türk Cumhuriyetlerinin İlişkileri: Mevcut Durum ve Modelinde Tartışmalı Hususlar

    8 Aralık 1991 tarihinde, Beyaz Rusya'nın Minsk kentinde, hukuki olarak kabul edilen Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna'nın cumhurbaşkanları tarafından imzalanan “Belovej” anlaşması ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine son verilmesinin ardından birliğin cumhuriyetleri, kendi bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar . Başta Kazakistan olmak üzere 8 ülke, 21 Aralık 1991 yılında Alma-ata anlaşmasıyla Bağımsız Devletler Topluluğu ile ilgili deklarasyona imza attı. Bağımsızlığa kavuşan devletlerden beş tanesi Türk asıllı devletlerdir. Bu ülkelerin dünyanın jeopolitik sahnesine çıkması, Türkiye'yi de oyuna katan yeni dengelerin düzenlenmesi sürecinin başlamasına neden oldu. Bu dönemde Türkiye'nin durumuna bakıldığında, uluslar arası alanda meydana gelen bu gelişmelere yön verebilecek, dış jeopolitik düzenlemeleri gerçekleştirebilecek potansiyele yeteri kadar sahip olmadığını ve ülke içi dinamiklerinin uluslararası aktörler tarafından (Dünya Bankası, Para Fonu) üretilen deneyimsel modellerle düzenlendiği görülmektedir . Başka bir ifadeyle, Türkiye, yeni bağımsızlığını elde etmiş olan Türk cumhuriyetlerine sunabilecek her hangi özgün bir modele veya ilişkiler için bir plana sahip olmak açısından hazırlıksız durumdadır.
    Önde gelen jeopolitik bilimcisi A. Dugin ise çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı İmparatorluğunun devamı niteliğini taşımadığını ama genişleme açısından benzer bir politika sergilediğini vurgulamıştır. Yazar, Türkiye Cumhuriyeti'nin Fransız ulus-devlet ideolojisinden etkilendiğini ve Orta Doğu ülkeleri içinde İslam dininin kurallarından kopan ilk ülke konumunda olduğunu ve laik bir düzen oluşturduğunu vurgulamaktadır. Bugün ise Türkiye'nin Doğu ülkelerinin, Batı ile ilişkilerinde arabulucu rolü üstlendiğini, aynı za¬manda Doğu ülkelerini Batıya adapte etme misyonunu yüklendiğini belirtmektedir .
    Türk Cumhuriyetlerinin karşılıklı ilişkileri konusuna geçmeden önce, adı geçen “ilişkiler” anlayışının ayrı ayrı her bir devletin diğer hedef devletlere yönelik dış politika amacı ve araç alternatiflerini kapsayan kavram olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bu ilişkilerin siyasal, hukuksal ve ekonomik düzeyleri bulunmaktadır. Genelde işbirliği çalışmaları bu düzeylerde ayrı ayrı gerçekleşmektedir. Bütün düzeyleri kapsayabilecek temellerin oluşturulması konseptli yaklaşımın kullanılmasıyla mümkündür.
    Konseptli yaklaşım yönteminden bahsederken, “Konsept” sözünün anlamını açıklamak gereği ortaya çıkmaktadır. Türk dil kurumunun açıklaması sinonimsel olarak yapılmış “konsept” sözünü “anlayış”, “görüş” manalarında belirtilmiştir . Bu manalar terimi tam olarak ifade edemediğinden tanımının aşağıdaki şekilde yapılması daha uygun olacaktır. “Konsept (Latince conceptio ): ı) Süreçleri, olguları belli bir türde anlayan bakış sistemi; ıı) Her hangi bir mimaride (reform, sosyal düzen gibi ) ve bilimsel çalışmada öncelik taşıyan ve tayin edici tekbir fikir”.
    Bazen belli konularda siyasi bir iradenin bulunmasına rağmen aynı düzeyde çözülen başarılı bir çalışma, diğer düzeylerde (özellikle ekonomik) beklenilen sonucu vermemektedir. Örneğin, “ideal toplumla” ilgili fikirlerin gerçekleşebilme yöntemlerinin (metodolojinin) bulunmamasından dolayı, sadece istek aşamasında kalmasını, figüratif örnek olarak verebiliriz. Yöntemi değişmeden devam edilirse, bütün düzeylerde ilişkilerin başarılı olmasının çözümünü bireylerin bütün yaşam alanlarını kapsayan mental özelliğinde aramak lazımdır. İçinde Türkiye olmakla birlikte farklı Türk cumhuriyeti vatandaşlarının karşılıklı ilişkilerinin toplumsal düzey olgularına bakıldığında hiçbir direktif adresli yönetimin (yapı) olmadığı bir ortamda, gerekli ilişkinin müdahalesiz olarak sağlandığı görülmektedir. Bunun nedenini ise Azerbaycan'ın merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in “Bir millet, iki devlet” deyiminde görmek mümkündür. Yani farklı ülkelerde yaşayan bireylerin mental niteliğinin ve aynı zamanda toplum düzeyinde kolektif aklının eşitliğiyle açıklanabilir.
    Uluslararası ilişkiler, pozitivist bir tarzda, ulusal oluşumların dışında ontolojik bir varlığa sahip olan nesnel bir gerçeklik olarak kavramsallaştırılmıştır . Buna rağmen uluslararası ilişkilerde öncelikli olarak, rasyonalite, hegemonya, kimlik, bütünsellik gibi anlayışlar öznel karakter taşımaktadır. Çoğu zaman ilişkilerin sağlanması sadece özel iradeden çok farklı kaliteden ve şartlardan oluşan durumlara göre gerçekleşmektedir. Bu açıdan aşağıdaki kavramları açıklayarak devam etmek gerekmektedir.
    Jeopolitik ”“ kaynaklar üzerinde mücadele,
    Jeoekonomi ”“ kaynakların taşınması yolları üzerinde mücadele,
    Jeokültür ”“ kendi ideolojilerini uygulanması üzere mücadeledir.
    Jeopolitik açıdan bölgesel güçlerin çıkarları ve iradeleri ile birlikte tarihte bıraktıkları kanonlar, devletlerin ortak bölgesel politikalarının hayata geçirmesinde engel olarak görülebilir. Bu durum özellikle Türk cumhuriyetlerinin ekonomik düzeydeki ilişkilerinin incelenmesinde açıkça görülmektedir.


    2. Ortak İşbirliğini Karakterize Eden Ekonomik Göstergeler

    Toplumsal hayatın alanı olan ekonomi, küresel dinamiği etkileyen ve bölgesel ilişkilerin platformunun oluşmasında öncelikli faktörlerden biridir. Hatta bazı bilim adamları toplumun bireylerine “ekonomik insan” prizmasından bakarak, ekonominin temelini oluşturan kavramsal dünya görüşü, ideoloji, tarihi gelişim sürecinde kazanılan değerleri göz ardı ederek küreselleşmeyi tetikleyen öncelikler sırasında, yalnız ekonomik anlayışlara vurgu yapmaktadırlar . Ekonomik ve diğer jeopolitik anlayışların özünde mental karakterlerin yattığını belirtmek gerekmektedir. Bu nedenle Türk cumhuriyetlerinin karşılıklı ilişkilerinin bütünsel resmini, ekonomik göstergelerle çizmek mümkündür. Ama bu göstergeler sadece aysbergin görünen kısmıdır. Bu durumda analizimizde ekonomik ilişkileri incelememiz, tümevarım (inductive) nesnesi olup örgütlenme ile bağlı genellemenin oluşumunu sağlayacak yöntem olarak kullanılacaktır.
    Sovyet sisteminden kalan ekonomik ve politik sorunlar, bağımsızlığını elde eden Türk devletleri için çözülmesi gereken engeller olarak karşılarında durmuştur. Bu engellerin aşılmasına yönelik en önemli eylem, merkezi planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş sürecinin başlatılmasıdır. Piyasa ekonomisine geçiş reformları her ülkede farklılıklar göstermiş ve her ülkenin kendine özgü politika sergilemesine neden olmuştur. Geçiş sürecinin başarısı için gerekli olduğu kabul edilen çok sayıda reform paketi bulunmaktadır. Öncelik sırasına göre, her ülkenin iç piyasasının oluşturulmasına yönelik çalışmalar ilk sıralarda gelmektedir. Piyasa ekonomisinin oluşumunda ikinci öncelik, uluslararası ilişkilerin dayanak noktalarından birini oluşturacak olan, ekonominin canlandırılması için gerekli yatırımları sağlayacak dış ticaretin serbestleştirilmesidir. Bu aynı zamanda Sovyetlerden ayrıldıktan sonra yararsız hale gelen ekonomik yapının tamamlanmasına yardım edecek bir araç olarak devletlerin politikasında gerekçe haline gelmiştir.
    Bu çerçevede Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını elde etmesinin yakın tarihinden günümüze kadar süren ekonomik ilişkiler dinamiğine retrospektif yöntemi kullanarak bakmakla, işbirliğinde gerçekleşen gelişimin eğilimsel olgularını ve mevcut durumun resmini çizebiliriz. Türkiye'nin diğer Türk cumhuriyetlerine kıyasla ekonomik potansiyelinin daha yüksek olmasından dolayı, temel ülke olarak Türkiye'nin diğer Türk cumhuriyetleri ile karşılıklı ekonomik işbirliği verilerine bakılması çalışmanın analiz amacı için yeterli kılmaktadır.
    Özel ya da tüzel kişilerce, kamu iktisadi kuruluşları ya da devlet tarafından doğrudan Türkiye'nin Türk cumhuriyetlerinden 1996-2011 yıllarında yapığı ithalat hacmine baktığımızda, çok düşük “dar açıda” artış olduğu aşağıdaki grafikte görülmektedir.





    Grafik1. Türkiye'nin Türk Cumhuriyetlerine İthalatı ve Genel İthalat Toplamı (Milyon dolar)

    Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Ekonomik Bakanlığı


    Türk cumhuriyetlerden yapılan ithalatın hacminde aniden iki kata yakın artış 2008 yılında 4279 milyon dolara ulaşmıştır. Sonradan, finansal ekonomik dünya krizinin etkisi burada kendini göstererek 2009 yılında 2874 milyondolar olmuştur. 2007 yılından itibaren bu göstergelerde dinamik artış ve inişler müşahide olmaktadır. Örneğin 2011 yılında ithalat hacminde 4615 milyondan 3642 milyona yani, bir milyar dolara yakın azalma olmuştur. Bu özellik ekonomik işbirliğinin hayata geçirilmesinde, devletlerin buna yönelik devamlı anlaşmalı devlet programı çerçevesinde faaliyet göstermediğini, pazar koşullarına göre hayata geçmesinden dolayı kaynaklandığını söyleyebiliriz. Genelde devlet siparişleri ile yapılan ticaret süreci grafikteki gibi bir yılık süreyi kapsamamaktadır. Türkiye'nin ithalat toplamında; 2011 yılı itibari ile Türk cumhuriyetlerinin payı %1,5'dir. 1996 yılında bu pay %0,8, 2005 yılında ise %1.1 olmuştur. 15 yıllık süreyi kapsayan döneme bakıldığında, devamlı zayıf artış eğiliminin olduğu görülmektedir.
    Türkiye'nin Türk cumhuriyetlerine ihracatını gösteren grafiğikte de benzer bir eğilim bulunmaktadır. 2011 yılı itibari ile ithalatla kıyasta (ithalatta azalma var) Türk cumhuriyetlerine ihracatta devamlı artış olmasına rağmen göstergeler, beklentiler açısından aşağı düzeydedir.



    Grafik 2. Türkiyenin Türk Cumhuriyetlerine İhracatı ve Genel İhracat Toplamı (Milyon dolar)

    Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Ekonomik Bakanlığı


    Türkiye'nin genel ihracat toplamında Türk cumhuriyetlerinin payı %3,7dir. 2011 yılında ithalatın azalmasından farklı olarak ihracatın hacmi %28,5 oranda artarak 3921 milyondan 5040 milyon dolara ulaşmıştır. İhracatın artması bu ülkelerde ekonomik büyüme ile ilişkin olarak alıcılık potansiyelinin artmasının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Türk Cumhuriyetleri'nin, 2011 yılında Türkiye'nin dış ticaretindeki hacmine göre sıralanmasında: ilk önce 27. sırada Kazakistan, ikinci Azerbaycan 29. sırayı, Türkmenistan 39, Özbekistan 47, K.K.T.C. 55 ve en son sırayı ise 101. sırada Kırgızistan izlemektedir . Diğer Türk cumhuriyetleri ile kıyaslandığında Kazakistan'la Azerbaycan'ın Türkiye ile ekonomik ilişkileri daha yüksek olmaktadır. İşbirliğinin yüksek olması, o ülkenin ekonomik potansiyelinin düzeyi ile birlikte, istikrarlı devlet yapısı ile ilişkilidir. Bu durum; ekonomik büyüklüğü gösteren ölçütlerden biri olan Türk cumhuriyetlerinin gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH) incelendiğinde de görülecektir. Aşağıdaki grafikte Türk cumhuriyetlerinin 2001-2011 yılları kapsayan gayri safi yurtiçi hasılası yer almaktadır.
    Türkiye'nin ekonomik göstergeleri, Grafik 3'de görüldüğü gibi diğer Türk Cumhuriyetleriyle kıyaslanmayacak derecede büyüktür. Kazakistan ve Azerbaycan'ın gayri safi yurtiçi hasılasının diğer Türk cumhuriyetleri ile kıyaslandığında daha istikrarlı bir seyir izlediği görülmektedir. En düşük ekonomik artış Kırgızistan'da görülmektedir. 2001 yılından 2011 yılına kadar 10 yılı kapsayan sürede GSYİH 2 milyar ABD dolarından 6 ABD milyar dolarına ulaşmıştır. 2011 yılında Türk cumhuriyetleri içerisinde en yüksek gösterge 773 milyar ABD dolarıyla Türkiye, 186 milyar ABD dolarıyla Kazakistan, 63 milyar ABD dolarıyla Azerbaycan ve diğer ülkeler gelmektedir. Azerbaycan ve Kazakistan'da ekonomik ilişkilerin kısmen yüksek olmasını az önce vurgulanan istikrarlı devlet yapısı ile açıklamak olanaklıdır.



    Grafik 3. Türk Cumhuriyetlerinin 2001-2011 Yılları Arasında Gayri Safi Yurtiçi Hasılası

    Kaynak: Dünya Bankası

    Kırgızistan'ın ekonomik geriliğinin temel nedenlerinden birisi, Bağımsızlık sonrası dönemde yaşanan siyasi istikrarsızlıktır. Türkmenistan'da ise siyasi istikrarsızlığın yaşanmamış olmasına rağmen dışa kapalı bir politika takip edilmesi ekonomik gelişime engel olmuştur. Cumhuriyetlerdeki ekonomik ve demokratik gelişmişlik seviyelerinin farklılığı, sanayi ve hizmet sektörlerinde yeniden yapılanmaya duyulan büyük ihtiyacın var oluşu, yatırımların yapılması için nakit problemlerinin bulunması Türk Cumhuriyetleri arasında iktisadi işbirliğinin kurulmasını gerekli kılmaktadır. Türk cumhuriyetlerinin kendi aralarındaki ekonomik ilişkilere ait göstergeler, Cumhuriyetlerin kendi aralarındaki işbirliğinin de yüksek olmadığını göstermektedir.
    En alt düzeyi oluşturan kültürel ilişkiler düzeyinden ekonomik birleşmeye kadar işbirliğinin dereceleri bulunmaktadır. Araştırılması ve incelenmesi gereken hangi vadede hangi derecenin gerçekleşebileceğidir. Teorik ve pratik bilgiler ışığında bakıldığında Türkiye ile diğer Türk Cumhuriyetleri ilişkilerinin, iktisadi işbirliği aşamalarının başlangıcında olduğu görülmektedir.


    3. Bölgesel Türk Entegrasyonuna Engel Faktörler ve Konseptual Yaklaşımlar


    Ekonomik göstergelerden açıkça görüldüğü gibi, Türk Cumhuriyetlerinin ortak bölgesel ekonomik ilişkileri diğer ülkelerle kıyasta aşağı düzeydedir. Avantajlı ekonomik şartlarda, zayıf ekonomik ilişkilerin olmasına olanak sağlayan faktörleri hiçte küçümseyerek teknik ve taktik nitelikte nesnelliğe bağlanmamalıdır. Bu faktörler uzun vadeli strateji düzeyinde, toplumsal içeriği karakterize eden, dış öznelerin konseptual düzeyde metodoloji kullanmasıyla nitelendirilmektedir. Dolayısıyla metroloji çerçevemizi bu nitelikler üzerinde belirlemekle, entegrasyona engel olan faktörleri tespit etmeye çalışalım.

    3.1. Türk Entegrasyonunun Bölge Güçlerin Jeopolitik Planlarına Zıt Olması
    Orta doğu, Kafkasya ve Orta Asya bölgesi tarih boyunca dünya güçlerinin dikkat noktası olmuştur. Dünya güçlerinin bölge üzerindeki tarihi rekabeti batı terminolojisine “Büyük Oyun” (The Great Game) ismiyle geçmiştir. 1813-1907 yıllarını kapsayan Rus Çarlığı ile İngiliz İmparatorluğunun karşı durmasında Rus Çarlığının güneye doğru genişlemek isteğinde, o dönemin Tümgenerali Lev Feofilovich Kostenko'nun sözlerine göre Türkistan olarak adlandırdığı bölgenin üretim araçlarını harekete getirmek ve ürünlerin pazarlanması için Avrupa Rusya'sına en kısa yol açmak olduğunu diplomatik olarak yazmıştır . İngiltere'nin bölgedeki genişleme motifi ise, Hindistan'ı kaybetmek ihtimali ve Rus İmparatorluğunun Hint Okyanusuna çıkış imkanının olabileceği korkusu ile ilişkilidir. Çekişme İngiltere'nin uzlaşması ile Orta Asya'nın Rusya kontrolünde kalması ve Afganistan'ın ise Rus ve İngiltere imparatorlukları arasında tampon devlet olmasıyla sona ermiştir. Sovyetlerin dağılmasından sonra 1990'lı yıllarda Orta Asya (Türkistan) kontrolden çıkarak serbest bölge haline gelmiştir. 11 Eylül olaylarından sonra bölge üzerinde rekabet yeni güçlerin devreye girmesi ile artmıştır. Ama bu rekabet “Büyük Oyun” ile temelde örtüştüğünden “Yeni Büyük Oyun” olarak isimlendirilmiştir. . Yeni Büyük oyunda - dört temel oyuncu ”“ ABD, Rusya, Çin, İran olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra Büyük Britanya'nın yerini ABD almıştır. Böylece, bölgede Rusya, Çin, ABD gibi büyük devletlerin her biri kendi çıkarları için mücadele sürecine geçmişlerdir.

    3.1.1. Rusya
    Rusya'nın orta Asya'ya yönelik yaptığı hareket planı ister sosyo-politik düzeyde olsun, isterse de harbi doktrin açısından olsun bölgeyi devlet çıkarlarının alanında görmektedir. Orta Asya geniş kara sınırları olan Rusya ile Çin arasında tampon bölge karakteri taşımaktadır. Sovyet yönetiminin Orta Asya Bölgesindeki temel stratejik hedefi Türkiye, İran ve Çin gibi diğer kültürel ve siyasi bölgelerden kapalı tutması idi. 1990'lı yıllarda hiçbir politika uygulamayan Rusya'nın orta Asya politikasında temel değişiklikler 2000 yılından başlayarak V.V. Putin'in cumhurbaşkanı makamına gelmesi ile ilişkilidir. Bu politikada “uluslararası dengenin” sağlanmasından veya “çok kutuplu” dünya düzenin oluşmasından çok, Rusya için sınırlarda güvenliğin sağlanması için sınırların genişletilmesi veya en azından Rusya çevresinde “durgunluk alanının” oluşturulması söz konusudur.
    Rusya bölge ülkelerinin “çok vektörlü” ve “ölçülü ortaklık” politikalarından rahatsız olmaktadır. Rusya'nın rakip gördüğü ülkelerin (ABD, Çin, Türkiye, İran) bu bölge ile yakın ilişkileri vardır. Bu sürecin toplumsal transformasyonu ile karakterize edilen postsovyet devletlerde ulusal elitin oluşmasının Rusya çıkarlarına zıt olduğu Rus makamları tarafından açıkça belirtmektedirler. Orta Asya toplumundaki mental değişmeler ulusal egoizm olarak görmektedirler. Rus kökenli bilim adamı Knyazev Aleksandr Alekseeviç'in belirttiğine göre; Orta Asya ülkelerinin kendilerine büyük bağımlılığını “işgücü göçü” sağlamaktadır. 2006 yılında 13 milyar dolarlık para transferinin BDT ülkelerine yapıldığını belirtmektedir. 13 milyar dolarlık para transferini (işçi dövizi olarak işçilerin ülkelerine gönderdikleri tahmin edilen miktar) gerçekleştiren ve post Sovyet ülkelerden Rusya Federasyonu'na gelen “işgücü göçünün”, Rusya'ya sağladığı ekonomik fayda 50-60 milyar olarak ölçülmektedir. Yani Rusya'nın kendisi için de bir bağımlılık durumu ortaya çıkmaktadır.
    Önemli olan “Gastarbeiter” olarak adlandırılan o insanların Rusya içindeki kolektif akıl düzeyinde yapılanmasının sağlanmasıdır. Rusya'nın bölgede kontrolü sağlamadaki avantajlı özelliği, bölge ülkelerinde önemli düzeyde Rus kökenli halkın bulunmasıdır.

    3.1.2. Çin Halk Cumhuriyeti: “ÇjunhuvaMinçzu” Konsepti
    Çin politikası bölgede önemli ticari partneri olmuş AB için ekonomik nedenlerden dolayı önem kesp etmektedir. Çin kendisi bölgenin enerji tedarikçisi ve bölgeyi potansiyel yatırım nesnesi olarak görmektedir. Çin'in Orta Asya'ya enerji açısından bağımlılığı %10 oranında oluşmaktadır. Avrupa'da Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) çoğu zaman NATO gibi farklı özellikleri olan uluslararası kurum olarak görülmektedir. Çin uzmanları ise ŞİO'nun kvazi askeri bir ittifak olacağını düşünmektedirler, hansı ki, Birleşmiş Milletlerin (BM) her hangi bir intervensionunu (Latince interventio - müdahele ) bloke etme gücüne sahip olan uluslararası örgüt alternatifi gibi .
    Çin; ABD ve AB desteği ile Türkiye'nin bölgedeki varlığından çok Rusya'nın varlığından rahatsızdır. Kazakistan'ın WikiLeaks belgelerine göre Çin'in Astana'da bulunan Büyükelçisi Çen Gopin'in, 22 Ocak 2010 yılında ABD Büyükelçisi ile yaptığı görüşmede, “Çin'in baskısının Orta Asya'daki Rus tekelciliğini dağıtacağını” dile getirmiştir. Onun sözlerine göre “yeni petrol ve gaz boru hatları Rusya'ya enerji ihracatındaki tekelciliğini sona erdirecek ve Rusya'ya bağımlılığı azaltacaktır”. Bilindiği gibi Rusya; Orta Asya'dan yapılan petrol ve gaz ihracatı üzerinde tekel konumunu devam ettirmek isteğindedir”.
    Türk cumhuriyetleri arasında ortak işbirliğinde yakın gelecek için en büyük tehlike, bilim adamlarının ve analitiklerin farkına varamadıkları husus Çin'in yeni yürürlüğe koyduğu yeni konseptli yaklaşım ve stratejisidir. Çin Komünist Partisinin 2002 yılında yapılan 16. Kurultayında, “Çin milletini ve Çin devletçiliğini yaşatmak için milli ruhu kullanmak ve artırmak' teklifi ileri sürülerek kabul edilmiştir. Böylece, resmi olarak “Zhonghua Minzu” (ingilizce okunuşu) tek bir ulus konsepti kabul edilmiştir. Türkçe okunuşu “Çjunhuva Minçzu” olup, “Çin milliyetçiliği” anlamında kullanmaktadır . Çin fiilen kendinin “Avroasya” ideolojisini hazırlamaktadır. Bu durum ABD ve AB'nin Türkiye timsalinde bütün Türk Cumhuriyetlerinin bölgesel birliğine desteği inancını şüphe altına almaktadır. Bu açıdan Türk cumhuriyetleri acilen konseptual yetersizliklerini aradan kaldırmalıdırlar. Ama bu konsept Çinlilerin Cengiz Han üzerinde kurduğu konseptle zıtlık bulunmadan ulusların dostluğu üzerinde kurulması gerektiği vazgeçilmez bir gerçektir. Çin'in Rusya'dan farklı olarak bölgeye etkide bulunacak ŞİÖ gibi aletinin olması, onu avantajlı konuma getirmektedir.

    3.1.3. ABD: Jeopolitik Plüralizm Konsepti
    Bu bölgede ABD'nin çıkarları kısmen Türkiye ile aynı olmakla birlikte hem Çin, hem de Rusya çıkarları ile iç içe geçmiş çelişkiden oluşmaktadır. Ama bu özellik bir yaklaşım türü olup, ABD'ni değişen şartlarda her zaman kazançlı olmasını ve çıkarlara olumsuz etki yapmayacak oyun hamlesinin bulunmasını sağlamaktadır. Yani ABD politikasının temelinde “parçala yönet” konsepti öncelik taşımakla, Rusya aracıyla Çin'i elde tutmakta ve Çin aracıyla Rusya'yı zayıflatmaktadır . 1997 yılında ABD'nin uzun zaman önemli dış politika ideologlarından olan Zbigniew Brzezinski'nin “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabından sonra, bütün bilim adamları ve strateji araştırma merkezleri OrtaAsya bölgesini, onun kitabında bulunan alt başlığa dayalı olarak Kafkasya ”“ Merkezi ”“ Asya jeopolitik bölge bütünü şeklinde incelenmeğe başlanmıştır. Yani iki bölgenin spesifik özelliğinden çıkarak bir “Amerikan üstünlüğü ve jeostratejik zorunluluklar” başlığı altında bir bütün bölge tanımı vermiştir. Kitabında üç kıtayı, Avrupa, Asya, Afrika'yı kapsayan “Avrasya Balkanı” adında ayrıca bölgesel kısım olarak yaklaşılması teklifini vermiştir. Orta Asya ve Kafkasya'daki sekiz devlet (Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan) “Avrasya Balkanının” çekirdeğini oluşturmaktadır. Ayrıca Brzezinski “Avrasya Balkanı” bölgesine ek olarak Kafkasya ”“ Merkezi ”“ Asya jeopolitik bölgesine beş devletin: Rusya, Türkiye, İran, Afganistan ve Çin'nin de bulunmasını belirtmiştir.



    Resim.1 Avrasya Balkanı: Jeopolitik Harita

    Kaynak: Brzezinski Zbigniew, The Grand Chessboard. American Primacy and Its Geostrategic Imperatives, Basic Book, New York, 1997. s.124

    “Avrasya Balkanı” dış alanla sarılmış bir iç alandan oluşmaktadır. Dış alan ”“ “istikrarsızlık alanı” olarak tanımlanmıştır. Burada Amerikan gücü üst hakem rolü oynamaktadır. Yazarın sözlerine göre iç alanda “güç boşluğu” bulunmaktadır. Ama burada bir özelliğin nazara alınması gerekmektedir ki, Amerikan jeopolitiği bu bölgeyi kendi çıkarlarınca bir bütünlük olarak görmesinin nedeni, burada karşılıklı çatışma imkanlarının bulunması çerçevesinde kullanabilecek araçların olmasıyla ilişkilendirilmektedir. “Etnik zıtlık” adlı alt yan başlığında, zıtlıklara ABD konsepti için avantaj koşullar niteliği türünde bakmaktadır. Kısacası bu bölgede “jeopolitik plüralizm (çoğulculuk)” politikasının gerçekleştirilmesi, ABD'nin temel bölgesel politika konseptidir.
    Amerikan siyaset bilimcisi, Stratfor adlı analitik-keşfiyat örgütünün kurucusu ve başkanı George Friedman'nın “The Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century” başlıklı, 2009 yılında yayınlanan kitabında ABD'nin Avrasya ile ilgili gerekli politikası hakkında açıklaması, birçok yönden Brzezinski ile örtüşmektedir. Friedman'a göre “ABD'nın Avrasya mekanında istikrardan çok, istikrarsızlığa yönelik faaliyeti çıkarlarına uygundur . Devamlı olarak bölgede çatışmaların çıkarılması amaç olarak görülmektedir. Desteklenen istikrarsızlık, bölge ülkelerinin ekonomik gelişimlerini engelleyecek, ülkelerin kaynakları silahlanmaya harcanacak ve böylece ABD'nin gücü bölgede her zaman belirleyici olma özelliğini koruyacaktır.


    3.2. Türk Entegrasyonu İçin Kendine Özgü Kapsamlı Konseptin Olmaması
    AB'nin entegrasyon hareketlerinin başlanmadığı ve toplumun hiçbir kademesindeki bireyinin birlik anlayışının aklına bile gelmediği süreçte kalem sahipleri entegrasyon ideallerinden bahsetmeğe başlamalarıyla tarihi süreçte farklı konseptler üretmeye çalışmışlardır. Yalnız konseptli yaklaşım aracıyla tamamen farklı dillerde konuşan ve değerlere sahip olan topluluklar (ülkeler) bir araya getirilerek, tek bir AB topluluğu oluşturulmuştur. Ernst Bernard Haas'ın belirttiği gibi bütünleşmenin temel başarı koşulu aktörlerin homojenliğidir .Haas'ın rehberlik ettiği ABD bilim adamları ekibi ile birlikte hazırladığı neo fonksiyonalizm anlayışı Avrupa entegrasyonunun temel teorisi olmuştur. Neo fonksiyonalizm düşüncesinin Avrupa birliğinin, ilk mimarlarının planlarına dönüşmesi tartışmalı bir sürecin sonucudur. Klasik fonksiyonalizmden önemli farkı, ilk önce politika öne sürülmektedir, ekonomik işbirliğinden geçen politik işbirliğine çaba gösterilmektir. Hatırlatmak istedim ki, Avrupa entegrasyonu iki boyutta ekonomik ve politik olarak kapsamlı tartışmaya açılmıştır. Politik model Büyük Britanya'nın eski başbakanı Winston Churchill tarafından sunulmuştur. 1950'li yıllarda Avrupa'nın gelecek bütünleşmesi federalistler ve fonksioynalistlerin çekişmesi ve rekabeti ile ideolojik düzeye gelmiş ve büyük tartışmalara neden olmuştur.
    Ama Türk cumhuriyetlerinde durum farklıdır. Toplum, bürokratlar, politikacılar entegrasyondan bahseder, kalem sahipleri ise sadece tekrar eder, hiçbir konsept üretmezler. Türk cumhuriyetlerinin entegrasyonunun gerçekleştirmesini tetikleyen hususlar AB'den farklı olarak, toplumun, bütün yapısal ve işlevsel katlarını kapsamaktadır. Bu hususlar aşağıdaki gibi açıklaya bileriz:
    Coğrafi husus: ülkelerin yerleşmesi, birliğin oluşturması için gerekli coğrafi imkanların olması hem dar anlamda sınırlar açısından, hem de geniş anlamda jeopolitik ve jeoekonomik açıdan olanaklıdır.
    Sosyal, Kültürel ve Ekonomik benzerlik hususu: Coğrafi alanda yerleşen halkın büyük çoğunluğunun sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan benzerliğinin bulunması entegrasyona önemli derecede olanak sağlamaktadır.
    Zihinsel (mental) yakınlık: Ayrı ayrı her ülke insanlarının bir arada yaşamaları için olanaklı olan anlayış, bakış açısı, değerleri karakterize eden zihinsel özelliğe sahip olmasıdır.
    İşlevsel husus: Entegrasyondan elde edilecek ortak menfaat alanlarının bulunmasıdır.
    Birlik deneyimi hususu: Eski tarihte olmasına rağmen, birlikte hareket etme deneyiminin olması.
    Ama bu avantaj durumunda ayrılıkta ülkeler kendine benzer olmayan hususlarla faaliyet göstermesi, konsept yetersizliğinin göstergesi olarak açıklanabilir. Konseptin hazırlanması için Türkçülük anlayışının dünya görüşü düzeyinde kesin tanımlanması gerekmektedir. Ziya Gökalp 1923 yılında yazdığı “Türkçülüğün Esasları” kitabında Osmanlı tipinin Türk tipinden farklı olduğunu savunması ve o devrin toplumsal yapısını bu tiplere göre sınıflandırmaya tabi tutması, Türk konseptini yanlış istikamete yönlendirmiştir . Yazar, o devrin koşulları çerçevesinde yazdığı için Türkçülük anlayışını kısıtlı dar çerçevede ideoloji düzeyinde açıklamaktadır. Belli ki yaşadığı devirde orta Asya toplumunun tarihsel-sosyolojik yapısını derinliğine öğrenme imkanı olmamıştır. Bu tarz yorumları günümüzde de devam ettiren kaynaklarla karşılaşmak mümkündür. Gerçek ise, Türk tarzını, 19. yüzyılın Avrupa bilim adamlarının yeni ulusçuluk anlayışlarından betimlenerek açıklamak yerine, binlerce yıllı kapsayan eski Türk topraklarının yazılı ve şifahi olarak günümüze miras kalan kaynaklara dayalı olarak sunmaktır.
    Eski Türkistan Türklerinin dini olan Tengriciliyin temel anlayışları İslami anlayışlarla örtüşmektedir. Eski Türklerle ilgili ayrı bir yanlış görüş ise Şamanizm konusundadır. Türk boylarında Şamanizm din olarak hüküm sürmemiştir, ama şaman olarak adlandırılan meslek türü bulunmuştur. Şamanlar uzun bir zaman silimi içerisinde elde ettikleri ve nesilden nesile aktarılan becerileri ile, bir noktada humanitar teknik uzmanlar (Ne demek hümanitar teknik insan ?) rolüne üstlenmişlerdir. Buradan böyle bir sonuca varabiliriz, Osmanlıda bulunan mental özelliklerin, Eski (İslam öncesi) Türkistan'da bulunan mental özelliklerle ortak noktaları bulunmakta, İslam'la aynı anlayışları içermektedir. Hristiyanlık ile Türk boyları defalarca karşılaşmasına rağmen, Türklerin hiç tereddüt göstermeden İslam'a geçmelerinin temel nedeni, Türk toplumunun daha öncede İslami özelliklere sahip olmalarıdır. Bu yorumu Kuran Kerim'den bir nedensellik bağı ile açıklamak istiyorum. Kuran'ın Nahl Süresi 36. Ayeti şöyledir:
    “Andolsun biz, her ümmete, "Allah'a kulluk edin, tâğûttan kaçının" diye peygamber gönderdik. Allah onlardan kimini doğru yola iletti, onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.”
    Ayrıca İbrahim Süresi 4. Ayet ise şöyledir:
    “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah'ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
    (Ayetlerin açıklamasını nereden aldıysan Kaynak olarak göster)
    Buradan açıkça görülmektedir ki, eski Türk topluluğunda da Allah'ın gönderdiği peygamber olmuştur. Bu açıdan İslam'dan önceki Türk toplumunun nasıl İslami özellik taşıdığı sorusuna en doğru kaynaktan cevap alabilmekteyiz. Nasıl Osmanlı İslam'a uygun konseptle dünyanın en parlak toplumunu oluşturarak büyük birlik kurmuşsa, Aynı şekilde de Eski Türk boyları aynı (İslam'a uygun) konsept temelinde birleşerek Allah'ın iradesini dünyada sergilemişlerdir. Bu prizmadan bakış, gerekli şekilde konseptin hazırlanmasında yardımcı olacak bilimsel-metodolojik yaklaşımın doğru tayin edilmesinde yardımcı olacaktır. Yani evrensel yaklaşımla hazırlanan Konsept, hiçbir ideolojik düzeye indirilmeden, dünya görüşünü karakterize edecek nitelik kazanmasını sağlayacaktır.

    3.3. EntegrasyonuSadece Ekonomik Model Yaklaşımın Yetersiz Olması
    Bölgesel bütünleşme uluslararası ilişkilerde olduğu gibi politik, ekonomik ve sosyal hayatın çeşitli alanlarında gerçekleşebilir. Amerika Devletleri Organizasyonu, Avrupa Konseyi ve Arap Birliği ortak bir cephede politikaların az-çok birleştirilmesini öngörmüş girişimlerdir. Hansa Birliği, Zollverein, OECE ve OECD, Benelux, Kömür ve Çelik Birliği, Euratom, AET, CEMA ve EFTA, Latin Amerika Serbest Ticaret Birliği, Orta Amerika Orta Pazarı geçmişteki ve günümüzdeki başlıca ekonomik bütünleşme örnekleridir. NATO, Varşova Paktı, Batı Avrupa Birliği, CENTO ve SEATO güvenlik politikasına bağlı işbirliğine ve kısmen bütünleşmeye yönelik kuruluşlardı . Bağımsızlığını elde eden Türk Cumhuriyetleri ise, 2006 yılına kadar yani, Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev tarafından Türk Konseyi'nin kurulması düşüncesi ileri sürülene kadar entegrasyon süreci, sadece ekonomik nitelikte gerçekleşme fazında kalmıştır.
    Batı insanına has olan “Ekonomik İnsan” yaklaşımının, Türk insanı ve topluluğuna uygulanması modelinin yetersizliğini, Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığından günümüze kadar devam eden süreç içerisinde görmek mümkündür. Günümüzde dünyada hüküm süren batı ekonomik modeli kısmen Türk cumhuriyetleri ile birlikte, bütün devletlerin hedef noktası olmuştur. Buradan soru ortaya çıkmaktadır, peki bu ekonomik modelin konseptual temeli nedir? Bu soruya cevabı “İncil Konsepti”ne başvurarak söylemek istiyorum. “İncil Konsepti” ”“ önemli oranda ekonomik niteliği kendinde bulundurmakla, kitle-elitarizm, faizcilik ve bilimin gizletilmesi şeması üzere insanlığın yönetilmesinin Eski Ahit Konseptidir. Bu konsepte Tanrının adından ulusal tekelcilik, transnasyonal faizcilik ve borç köleliğinin gerçekleştirilmesidir . Bundan dolayı Batının resmi ekonomi bilimi kendiliğinde “görevliler (katip) teorisini” oluşturmaktadır, sahipler için gerçek yönetim teorisi değildir. Batıda ekonominin ezoterik temelde makro ve mikro düzeyde yönetilmesi kültürü, pratik beceriler halinde ve teorik olarak formalize olunmamış şekilde bulunması, onun herkese açık ekzoterik bilime sızmasının karşısını almaktadır. Ekzoterik (yani herkesin ulaşa bileceği) bilimde ise “ben”-merkezli dünya görüşü olduğundan ekonomi biliminde gerekli anlayış ve teorilerin ortaya çıkmasının karşısı alınmaktadır.
    Ekonomik ilişkilerin yüksek olmasında her zaman yüksek ortak iradi işbirliği özelliğinin bulunması gerektiği düşüncesine gelinmesinin yanlış olacağını söylemek mümkündür. Özellikle bazı bilim adamları, hangi ilişkilerin ortak iradi işbirliği olarak özellik kazandığına vurgu yapmamaktadırlar veya düşük kapasitelerinden dolayı, tekrarlama özelliğine sahip olduklarına göre bu geleneği devam ettirmektedirler. Nazara alınması gereken kavram ise, ekonomik etki alanın genişletilmesi anlamına gelen “ekonomik ekspansion” anlayışıdır . Bu durum bize kolonyalizmi hatırlatmaktadır. Yani Türk cumhuriyetlerinin ekonomik faaliyetlerini bütünlükle bölgesel birlik olarak gerçekleştirmedikçe bu ekonomiler ayrı bölge güçlerinin ekonomik alanına girer ve ulusal iradeyi şüphe altına alır. Yeni Koloniyalizm sadece ülke sınırları ile değil, sektörel, alansal ve hatta sanal sınırları da kendi niteliğinde belirtmektedir. Nazara almak gerekiyor ki, toplumsal ilişkilerin tarzını oluşturan ekonominin önemli hususu hacminde değil, niteliğindedir. Merkezi devletlerde oluşan sermaye birikiminin üretim araçlarının kolonyal devletlere taşınması o devletlerde ekonomik büyümeyi sağlamasına rağmen, bağımsızlık düzeyinin azalmasına getirip çıkarmıştır.
    Hatta eski kolonyal sistemin yıkılmasından sonra bağımsızlığını elde eden ülkelerde huzursuzluklar hüküm sürmüş, parçalanmalar olmuştur. Örnek olarak gayri safi yurtiçi hasılası 562 milyar dolar (2011 yılı için) olan Güney Afrika Cumhuriyeti verilebilir. Yerli halk bu topraklara gelen beyazların rehberliği altında büyük ekonomik sonuçların elde edilmesine ulaşsa bile toplumda tabakalanmayı deri rengine göre rahat ayırt etmek mümkündür. Günümüzde bile yerli halk arasında sosyal problemler çözülmemiş, bulaşıcı hastalıklar yüksek oranda görülmekte, ülkenin ondan çok resmi dili bulunmakta, yüksek düzeyde ayrışma olgusu bulunmaktadır. Vurgu yapılan bütün konular; Türk cumhuriyetlerinin ilişkilerinin bölgesel bütünlüğü gerekçesinde ortak konseptinin oluşturulması gereğini belirtmektedir. Oluşturulacak konsept sadece ekonomik temelde olmamalıdır. Artık günümüzün öncelik tanıdığı küresel şartlarda var olan post veya neokolonyalizm, emperyalizm ve ekspansyonizm gibi kavramlar devletin varlığı için kabul edilen üç önemli husus, toprak, halk (nüfus), egemenlik anlayışlarından birisini oluşturan, toprak anlayışını ve kısmen de egemenlik anlayışını şüphe altına almaktadır . Türk insanı dünyanın hem batı hem de doğu kanatında yer aldığından sadece ekonomik insan yaklaşımı çerçevesinde topluma yönelik gerçekleştirilen konseptin yetersiz olduğu kanaatine gelmek için her hangi bir argümana ihtiyaç yoktur.


    3.4. Türk Cumhuriyetlerinde İç Dinamiklerinin Entegrasyona Engel Olması
    Türk cumhuriyetlerinin entegrasyonunun sağlanmasında, Türkiye gibi lider devletin inisiyatifi çok belirleyici önem taşımaktadır. Bundan dolayı Türkiye'nin iç dinamiği doğrudan Türk entegrasyonunun dinamiği anlamına gelmektedir. Ama Türkiye'nin iç çevresinde bulunan fikir ayrılığının zamanla, politik iradede farklı önceliklerin yer değişmesi ile izlenilmektedir. Buna örnek, Türkiye'nin bir başka entegrasyona, AB içinde yer alma arzusununoluşu olarak açıklanabilir .Türkiye'nin kendisinde İslam ve Batı taraftarları birbirine karşı aktif direnç göstermektedirler. Eğer Müslüman ülkeleri ile işbirliği düşüncesi üstün gelse, dünya birliğinde Türkiye'nin Türk Bölgesel Entegrasyonuna yönelik çabaları büyüyecektir. Türkiye'nin iç dinamiğinde Batısal olan ve olmayan taraftarlarının olması AB'nin çıkarlarına uygun gelmektedir. AB Batısal taraftarlara destek sağlamakla kendikonseptine uygun olmayan ülkelere yönelik jandarma rolünü rahatça Türkiye'ye devredebilmektedir. Diğer taraftan Batısal olmayan taraftarlara destek sağlamakla Türkiye'nin AB'ye entegrasyonunu engellemekte ve Hristiyan konseptli ülkelerin gerekli kararlar için kamuoyunu oluşturmaktadır.
    Diğer Türk Cumhuriyetleri'nde entegrasyona engel olacak iç dinamiklerin etkenliği, daha açık bir şekilde faktolojik inceleme ile ortaya çıkmaktadır. Kırgızistan'ın güney bölgesinde Kırgızlar ile Özbekler arasında çatışmayı örnek olarak göstermek mümkündür. Kuşkusuz bu olay üzerinde ABD ve Rusya gibi dış aktörlerin rolü büyüktür. Ama dış aktörlere fırsat verecek iç dinamikleri unutmamak lazımdır. Türk cumhuriyetlerinin demografik yapısına bakıldığında farklı etnik grupların varlığı görülmektedir. Türk Cumhuriyetlerinde, Rus etnik nüfusun önemli oranlarda olmasının kendisi de doğrudan iç dinamikleri karakterize eden faktörlerden birisini oluşturmaktadır. Türk cumhuriyetlerinin etnik dağılımında, Kazakistan'da % 24, Kırgız Cumhuriyetinde % 13, Özbekistan'da % 6, Türkmenistan'da % 6, Azerbaycan'da % 1,8, Rus nüfusu bulunmaktadır . Bu nüfusun mental yapısındaki tarz, eski Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi yüzleri Moskova'ya dönük faaliyet gösteriyor olmaları bugünde devam etmektedir.
    Bu tür tartışmalar AB ülkelerindeki iç çevre aktörleri arasında uyuşmazlığının çözülmesi, yani diyaloga gidilmesi, Türk Cumhuriyetlerinin uluslararası ilişkilerin belirlenmesi konusunda da geçerlidir. Yaklaşık son on yıldır Türkiye'nin iç politikasında atanmışlar ve seçilmişler arasında cereyan eden ittifak/bütünleşme gerginliği , Azerbaycan'ın Karabağ sorunun harbi yolla kısa sürede hallimi yoksa uzun sürede sülh yoluyla mı çözülsün ve ya Kazakistan'ın çok vektörlü dış politikasında nüfusun % 24'ünün Rus kökenli (Slavik) insan olmasından dolayı önceliğin Rusya olması gibi konular kuşkusuz iç dinamiklere bağlı olmaktadır. Yani Türk cumhuriyetlerinin işbirliğine yönelik bölgesel ortak bir politikanın gerçekleştirmesinde dayanıklılık özelliğini bulundurmak için, ülkelerin iç çevresinden buna yönelik destek sağlanmalıdır. Cumhuriyetlerin iç çevresine yönelik verimli çalışma, yalnız konseptual yaklaşımla çözüle bilmekte olduğu bu sahada çalışmanın yapılması vazgeçilmez bir durumdur.


    4. SONUÇ ve ÖNERİLER

    Dünya güçlerinin,Türk Cumhuriyetlerinin entegrasyonunu kapsayan bölge üzerinde, küreselleşmenin öncelikli şartı olarak işbirliği yapmakla beraber,çıkar çekişmesinin gerçekleştiği bir süreçte yaşamaktayız . Türkistan üzerinde Rusya ile Çin ve Çin'le ABD arasında "Stratejik Ortaklıktan Stratejik Rekabete" doğru bir çekişme izlenmektedir. Bu çekişmeye yönelik her bir devletin kavramsal yaklaşım düzeyinde strateji uygulama sergilemesi Türk entegrasyonuna yönelik en önemli engel faktör olarak nitelendirmektedir. Bu amaçla konseptual yaklaşım sadece gerekli dış olanağı sağlamakla kalmayıp, ülkelerin iç dinamiklerinin de bu yönde gerekli olanak sağlamasını temin etmektedir. Araştırmadan elde edilen sonuçlar, gelecekte gerçekleşecek faaliyetlerde aşağıdaki hususlara öncelik verilerek yapılması gerektiğini göstermektedir.
    - Türk cumhuriyetlerinin karşılıklı ilişkilerinin, her devletin kendisinin dış politika olarak gerçekleştirilmesi yerine, bütünlükte bu ülkelerin tek bir bölgesel politika konseptine geçmeleri ihtiyacı giderek kendini belli etmektedir. Bu husus, Bölgesel politikanın sağlanmasında entegrasyon için vazgeçilmez bir süreçtir.
    - En eski tarihi değişim süreci incelenmeden ve belli bir sonuçlara varılmadan hazırlanacak konsept yetersiz olacaktır ve hedefe yönelik çalışmalarda beklenmeyen ve daha önce karşılaşılmayan engellere karşı dayanıklılık özelliği vermeyecektir. Tarih tesadüfler değildir, tarihte ortaya çıkan olguların nedensellik bağı çözüldükten sonra doğru kararlar verilmesi mümkün olacaktır. Ortak tarihten, ders almadan, yanlışlıkları çözümlemeden sürdürülebilir bir gelecek kurmak mümkün olmayacaktır.
    - Ekonomik açıdan ilk önce ortak sektörel bütünleşmenin amaçlanması, diğer ülkelerle ekonomik rekabete girmelerini temin ederek, etki alanlarını genişletmekle ülke gelirlerini artıracaktır. Tüm Türk cumhuriyetlerini kapsayacak gelecekte hazırlanan konsept altında ortak ekonomik kalkınma programı yürürlüğe geçmelidir.
    - Küreselleşme en büyük jeopolitik konsept rolünü oynamaktadır. Bu nedenle hazırlanacak konseptin küresel profilde olması Türk cumhuriyetleri sadece bölgede değil tüm dünyada ağırlığını hissedebilecek özelliği kazandıracaktır.
    - Türk insanının mental yapısı ne batı modeline (materyalist) uygun ne de doğu (idealist) modeline uygun gelmektedir. Bu nedenle Türk insanı hiçbir zaman manipülatif ideoloji kurbanı (köle) olmamış ve kendi varlığını doğanın iradesi ile sürdürmüştür. Bu nedenle insanlarımızın bilginin materyelleşmesini her zaman doğru “sefirot” sistemi çerçevesinde algılamıştır.
    - Türkçülük konseptinin amacı sadece ulusal karakterli bir konsept özelliğini taşımak değil, konfesyonel, ekonomik, jeopolitik, toplum düzeni gibi ideolojik nitelikli hususları kendinde bulundurmakla bütün dünyayı kucaklayabilecek “dünya görüşü” düzeyinde olmasıdır ki, bunun uygulamaya geçebilecek şartları ve kaynakları tarihi gelişim sürecinde kazanılmıştır. Bu konsept sadece Türk halkları için değil, diğer halklarında bu konseptin kanatları altında sığınabilecek özelliği taşıması vazgeçilmez bir şarttır.
    - Konseptin hazırlanmasına farklı konularda entelektüellerin ve fikir sahiplerinin gönüllü katılması ile kolektif çalışma talep etmektedir. Bunun için gereken ortamın hazırlanması Türk Cumhuriyetlerinin devlet düzeyinde kurumsallaşmasının en öncelikli görevinin olduğunun farkındalığı bulunmalıdır.
    Bu çalışmayla ülkelerimizin Türk ve İslam sivilizasyonel (civilizational) özelliklerini bir tarafa koyarak konseptsiz faaliyet göstermesinin, konsepti olanların yönetileni haline gelme olgusunu aydınlarımıza mesaj olarak söylemek mümkündür. Bu konuda çabalarımızın birleşmesi gerekmektedir.








    KAYNAKÇA

    Asya Merkezi (Çentr Asya) ”“ Orta Asya üzere uzmanların adres defteri, WikiLeaks: Çin Orta Asyada Rusya tekelciliğini Dağıtacaktır (KitayRazruşitmonopoliyuRossii v SredneyAzii) 14.06.2011, http://www.centrasia.ru/newsA.php?st=1308040500 Erişim: 07.10.2011.
    E. Kerem Karabulut, Alper Yalçın, “Türkiye'nin Güney Kafkasya Ülkeleri Ve İran İle Ekonomik - Siyasi İlişkileri”, Uluslararası Kafkasya Kongres,i 26 ”“ 27 Nisan 2012Kocaeli.
    Erol Mütercimler, 21. Yüzyılın Eşiğinde Uluslararası Sistem Ve Türkiye-Türk Cumhuriyetleri İlişkiler Modeli, Anahtar Kitaplar yayın evi, İstanbul, 1993.
    François Godement, “The New Great Game In Central Asıa”, EuropeanCouncil on ForeignRelationsandAsiaCentre, 2011 September s.3. Erişe bileceğini kaynak: Yale Global Online, A Publication of Yale Center fortheStudy of Globalization:http://www.ecfr.eu/page/-/China%20Analysis_The%20new%20Great%20Game%20in% 20Central%20Asia_September2011.pdf
    Fuat Keyman, Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası İlişkiler Kuramını Yeniden Düşünmek, ALFA, İstanbul, 2000.
    Hans Braeker, "Soviet Policy Toward Islam", Andreas Kappeler, Gerhard Simon, Georg Brunner, Edward Allworth